Paylaş
Uzun zamandır teorik yazılar yazıyorum. Bu yüzden siz benim zavallı yaşamımda olup bitenleri izleme, öğrenme fırsatını kaçırdınız. Bugün bu eksikliğinizi giderecek ve herkesi memnun edecek bir yazı yazma kararındayım.
Rana ile aramdaki uzlaşmaz çelişki sürüyor.
Geçen gün mutfakta pislenmiş bezleri aldım, bir tencere içine CİF doldurdum, su koydum, bezleri attım içine ve kaynamaya bıraktım.
Sonra içeriye gidip yazı yazmaya başladım.
Kaynayan tencereyi gayet tabii ki unuttum.
Ve gayet tabii ki yangın çıktı.
Bundan, Rana'nın çizim yapmakta olduğu odadan ‘‘Serdar, ocakta bir şey mi yanıyor’’ diye çığırması sonucunda haberdar oldum.
Anladığım kadarıyla ben yazı yazarken düşünme yeteneğimin yanı sıra koku alma yeteneğimi de tamamen kaybediyorum; çünkü yanık CİF kokusunu bile algılamadım.
İçeriye girdiğimde tencere kararmıştı.
Her zaman olan yine oldu ve panik içinde tutuverdim tencereyi.
Canım çok ama çok, ama çok çooook acıdı.
Bezler de tam olarak temizlenmişlerdi, belki dünya tarihinin en temiz beziydiler; çünkü artık yoktular.
*
Tüm acılarımı kalbime gömüp, yanıkları silmeye, delilleri ortadan kaldırmaya çalışırken Rana geldi.
Etrafı şöyle bir kolaçan ettikten sonra, neyi nasıl yanlış yaptığımı uzun süren bir söylevle anlattı.
Ve en sonunda da bana ‘‘Bir daha bana danışmadan, bana sormadan tek bir şey bile yapma’’ dedi ve gitti.
Ve ben yere diz çöktüm, gökyüzüne doğru ellerimi kaldırdım, ‘‘Allah'ım beni iyi ki evlendirdin, bana iyi ki her konudaki fikrini uzun anlatan bir kadınla birlikte yaşama şansını bahşettin. Allah'ım bana verdiğin bu fırsat için şükürler olsun’’ diye haykırdım.
*
O hafta sonu bir grupla birlikte İasos'a gittik.
Ben antik şehirlerden hoşlanmam. Üç bin yıl öncesi bir kayaya bakıp hislenemem.
Gruptaki herkes binlerce yıl önceki medeniyetler hakkında düşünürken ben o zamanlar insanların sivrisinekten nasıl korunduklarını düşündüm gün boyunca.
Maşallah Bodrum'da bir sivrisinek var, boyu neredeyse martı kadar. Haydi biraz abarttım diyelim, ama en azından orta büyüklükte bir kelebek kadar var.
Biraz daha burada kalırsam malarya olacağım kesin.
Herhalde üç bin yıl önce sivrisinek savıcı spreylerden de yoktu, ne yapıyorlardı ki burada oturanlar.
Neyse İasos gününe dönelim.
Ben antik kentlerin genelikle düz olduğunu sanırdım.
Eskiden tepe olsa bile antik kentte, oraları bizimkilerin dinamitleyip filan düzlemiş olacaklarını düşünürdüm.
İasos böyle değil, her yer tepe. Bu kadar çok yokuş tırmanılacağını bilsem otel odasında kalır, Discovery kanalından eski zamanlara ait bir belgesel seyredip, daha fazla hislenebilirdim.
Aslında ben dinozorları da severim, vallahi bakın yemin ediyorum.
*
Bir gece önce içki içme stratejimde yanlış yapmıştım.
Grubun üyeleri gelmeden önce Rana ile birer cin içtik. Sonra onlar geldi, ben nasıl olsa şarap içeriz diye iki bardak beyaz şarap içtim.
Sonra bütün stratejimi ayaklar altına alacak bir olay yaptılar ve balıkçıya götürdüler bizi.
Ve tabii ben gece yeni başlıyormuş gibi rakı içmeye başladım.
Sonra olanlar oldu.
Sabah iki adet Apranax Forte'yi iki adet Alka-Seltzer'i suda eritip Rana'nın yardımıyla yuttum. Başım ancak kendine geldi.
The Marmara otelinde yatak başuçlarına çikolata yerine gece Alka-Seltzer koyuyorlar. Tam Bodrum'a özgü, yemin ediyorum...
*
Bu halimle İasos'a götürdü Rana beni.
Tepe tırmanılacak üstelik, hava da sıcak ve benim bir kalp damarım da takriben bir saat kadar önce tıkanmış durumda.
Ve elimde Rana'nın bir ihtimal okurum diye yanımıza almakta ısrar etiği gazeteler ile kitabı var. Sanki antik kent turuna değil de kütüphane turuna çıkmışız, o kadar hazırlıklı durumda.
Ve tam tırmanmaya başlayacağız ki Rana elindeki kola dolu bardağı tutmamı istedi.
Yokuş 40 dereceye yakın eğimli, ben elimi hiç kullanmayacağım ve üstelik de gazoz dolu bardak taşıyacağım.
Bu bilimsel açıdan mümkün değildi tabii.
Hemen yine yere çöktüm, ellerimi havaya kaldırdım, tam duama başlayacaktım ki Rana bana ‘‘Bana sordun mu dua edebilir miyim diye?’’ dedi.
Hemen sustum ve yukarı doğru sürünmeye başladım.
Paylaş