Paylaş
RANA hayatında iki kez futbol maçı seyretti. İlki Galatasaray'ın final maçıydı.
İkincisi ise milli takımın Portekiz'le oynadığı maçtı.
İkinci maçın 17'inci dakikasında bana döndü ve ‘‘Milli takımın kalesinde Taffarel mi var?’’ diye sordu.
Nefesim kesildiği için cevap veremedim, ağzım açılıyor ama nedense ses çıkmıyordu.
Bu öylesine abuk bir soruydu ki önünde orta uzunlukta bir saygı duruşu yapmak bile az gelebilirdi.
* * *
Portekiz gol attı.
Kameralar alkışlayıp tezahürat yapan seyirciyi gösterdi.
Rana ‘‘Biz gol yedik, neden alkışlıyorlar?’’ diye sordu.
Ben ona statta Portekiz'in de seyircisi olması olasılığının hayli büyük olduğunu anlattım.
* * *
Maç bitti, ben film izleyelim dedim, Rana ‘‘CNN'de Ertuğrul Bey konuşacak, onu dinleyelim’’ dedi.
O gece benim sinirimi bozmak için özellikle davranıyor gibiydi.
Konuşma programı bir saat geç başladı. Bir saat çok uzun bir süre. Deneyin bakın isterseniz bir saat durmadan konuşun, bakalım vakit geçmek bilecek mi?
Ben televizyonda bir saat sürekli konuşsam izleyiciye Hegel, Kant ve Schopenhauer'in düşünce sistematiklerini tek tek anlatabilirim ayrıca arta kalan zamanda da telefon bağlantısı yaparak izleyicilerden gelen soruları da yanıtlarım.
Ancak bizim izlemek zorunda kaldığımız bir saat boyunca spor yazarları beş dakika önce herkesin izleyip bitirdiği maç üzerine yorumlar yaptılar. Bıraksalar hepsi ikişer saat daha konuşacaktı.
* * *
Allah onu başımızdan eksik etmesin, genel yayın yönetmenimin konuştuğu program başladı.
Üst düzey yöneticilerin en üst düzeyi, konuşmasının sonlarına doğru ‘‘Genel yayın yönetmeninin bir aurası olmalı’’ dedi.
İlk önce ben bunu bir tür after-shave losyonu zannettim.
Lügata baktık, dediğini anladım bu kez de sinirlendim gayet tabii ki.
Bir ara hayal kurdum. Hayalimde, bu program bittikten sonra bana cevap hakkı tanımışlar ve ben de onun dediklerini kendi açımdan yorumlamaya başlamışım.
Gülümsedim elimde olmayarak. Rana bana ‘‘Ne düşündüğünü hemen söyle’’ dedi. Anlattım ama bana inanmadı ve hayatımda gizli bir yön olduğuna tekrar karar verdi.
* * *
Genel yayın yönetmeniyle -Allah onu başımızdan eksik etmesin- telefon konuşması yaptım. Beni komünist olmakla suçladı. Ben de ona şu anda bunu bir suçlama olarak algılamadığımı hatta ihtilal olduğu takdirde kendisiyle ilgili kararı da bizzat benim vereceğimi söyledim.
* * *
Evden taşınma hazırlıklarına başladık. İlk 15 dakika içinde Rana'yı tam üç kez boğarak öldürmeyi hayal ettim. Bu taşınma işi 15 gün kadar süreceğine göre ya o yaşama elveda diyecek, ya ben tımarhaneye gideceğim, bunun başka yolu yok. Bu gerçek daha şimdiden belli oldu.
* * *
Ben kitap temizliğine başlayacağım dedim. Evsahibimiz hayırsever insan, bir kütüphane yaptırmış, bazı kitapları onun için hazırlayacağım.
Yaklaşık üç kez Rana'ya kitaplarda ayıklamaya gittiğimi anlattım.
Dört çöp torbası kitabı hazırladım. Her biri manda kadar ağır. Onları bir kat aşağıya taşıdım. İş bitti diye oturup, şu yazıyı yazacağım, bana ‘‘Hangi kitapları attın, bende bir göreyim’’ dedi. Beyzbol sopamı kaldırmışlar, onu bulamıyorum hiçbir yerde. Ne demek istediğini sordum. Çöp torbalarının hepsini geri getirmemi, onları tek tek açıp kitapları göreceğini söyledi. Çok yorgunum, çok... Ağlamaya bile halim, dermanım yok... ‘‘Seninle taşınma filan olmaz, ben evi terk ediyorum’’ dedim, sonra aşağıya inip torbaları tek tek yukarı taşıdım. Ben bu yazıyı yazarken o koridorda her kitabı tek tek inceleyip, benim atılacak kitapları seçmede nasıl da yanlışlar yaptığımı yüksek sesle anlatıyor. Böyle giderse tek bir kitap veremeyeceğimiz gibi koleksiyonumuzda eksikler çıkacağı için ben bunları tamamlama amacıyla 300 veya 400 kitap daha satın almak zorunda kalacağım, buna eminim. Nasıl ki genel yayın yönetmenliğinin bir aurası var, evliliğin de bir aurası var, ben bunu anlamış durumdayım.
Paylaş