Paylaş
BİR süredir büyük düşünürlerin yaşamları hakkında kitaplar okuyorum.
Özellikle düşünürün teorilerini, çalışmalarını önce anlatıp, daha sonra da özel yaşamının derinliklerine giren çalışmalar son derece ilginç.
İlk önce kişinin o son derece derin fikirlerini öğrenip, sonra da özel yaşamının basitliklerini okuyunca bir tuhaf hissediyorsunuz kendinizi.
O fikirleri oluşturabilmiş insan da böyle yapmamalıydı be, oluyor ilk tepkiniz doğal olarak.
Ancak bir süre sonra oluşturulan fikirlerle, insana ait olan gündelik saçmalıkların, hataların, edepsizliklerin, hainliklerin arasında bir çelişki olmamasının çok da doğal olduğunu hissetmeye başlıyorsunuz.
Özet olarak kimse düşündüğü, söylediği, yazdığı veya teoride önerdiği gibi yaşamıyor.
Anlattığı gibi yaşayanlar azınlıkta kalmış.
Entelektüel tarihte kendi teorileriyle kendi pratiği arasında büyük çelişkiler olmayan hemen hiçbir düşünür yok gibi.
Bu aralar belki bir tür manevi kopukluk olarak görülebilecek bu teori-pratik uyuşmazlığı bana inceleme konusu olarak çok ilginç geliyor.
* * *
Büyük Alman düşünürü Goethe'nin yaşamına baktığımda da aynı şeyi gördüm.
Bir kere Goethe'de de hemen hemen bütün büyük erkek düşünürlerde bulunan bir özellik var.
Kadınlara çok düşkün o. Diğer büyük düşünürler kadınlara hem düşkünler hem de onlara fazla değer vermiyorlar. Şimdi o düşünürlerden bir bölümü hayatta olasaydılar bu yorumuma karşı çıkarlardı büyük ihtimalle.
Ve derlerdi ki bana: ‘‘Bak ben şu anda bir kadını seviyorum, ona deli gibi aşığım ve onun için her şeyi yapmaya hazırım.’’
Evet böyle derlerdi ve o an için bu kesinlikle doğru olurdu ama teoride sıkı konulara kafa yoran, büyük eserler veren düşünürlerin ortak özelliği böylesine sırılsıklam áşık oldukları kadınları neredeyse hemen her ay değiştirivermeleri.
Kadın değiştirdikçe de eski sevgilileriyle araları feci bozuluyor. Onları bir şekilde kötülemeye, onlara zarar vermeye çalışan büyük düşünürlerin sayısı da hiç az değil.
Goethe de inanılmaz sıklıkta áşık oluyor.
Üstelik her aşkı da yıldırım aşk.
Bir odaya giriyor, bir kadını görüyor ve anında sırılsıklam áşık oluveriyor.
Goethe'nin öbür büyük düşünürlerden önemli bir farkı kendisinin kadınlara değil, kadınların ona kötü davranmaları.
Goethe yıldırım aşklarının çoğuna karşılık bulamıyor. Kadınlar onunla pek ilgilenmiyorlar.
Ve o bir sonraki yıldırım aşkına kadar çok acı çekiyor, sonra yeni aşkı bulunca da yeni kadından dolayı acı çekmeye başlıyor.
İşin bence önemli yanı Goethe'nin hemen bütün büyük eserlerini bu acı çekme sürecinde yazmayı başarmış olmasıdır.
Romanları da vardır Goethe'nin, ben okumadım ama okuyanlar bir şeye benzemez diyorlar. Doğrudur benzemez büyük ihtimalle çünkü anladığım kadarıyla bunları aşk acısı çekerken değil de aşkına karşılık bulduğu dönemlerde yazmış.
Bu yıldırım aşk durumu Goethe yaşlandıktan sonra da devam ediyor. En sonunda kendinden 40 yaş küçük bir kıza da vuruluyor.
Goethe'nin yaşamının sonuna kadar verimli bir düşünce üretme sürecinde olması da böyle açıklanabilir herhalde.
* * *
Goethe bir başka açıdan da diğer büyük düşünürlerden farklı.
Büyük düşünürlerin çoğu kendi çocukları da dahil çocuklardan özellikle hoşlanmıyorlar.
Kendi çocuğunu reddeden, evinden kovan, evden kovulmuş çocuğu annesini görmeye geldiğinde onu sadece hizmetçi kapısından içeri aldıran baba düşünürlerin sayısı hiç de az değil. Goethe ise böyle davranmıyor aşkına karşılık veren kadınlardan yaptığı çocuklara sahip çıkıyor. Onlarla ilişkileri de iyi sürüyor çünkü son evliliğinde nikáh şahitlerinden bir tanesi kendi genç oğlu oluyor.
Size önerim büyük düşünürlerin hayatını okuyun. İnsana ait büyük çelişkileri yaşamayan insanlardan büyük düşünce çıkmasının bayağı zor olduğunu düşünmeye başlayacaksınız bunlardan birkaçının hayatını derinden incelediğinizde.
Paylaş