Serdar Turgut: Gerçek daima sıkıcıdır






Serdar TURGUT
Haberin Devamı

ŞU anda fark etmekteyim ki içine benim de dahil olduğum bir grup insan, reklamların sosyal gerçekliği aynen yansıtması gerektiği düşüncesinde.

Aslında benim, bu düşünceden olan insanlarla ortak bir yanımın olmaması gerekirdi.

Çünkü sinemada da, reklamda da sosyal gerçeklik takıntısının sonucunun felaket olduğunu biliyorum.

Özellikle Türkiye'de, sosyal gerçekliğe parmak basmak amacında olan en fazla iki güzel film vardır. Bir üçüncüsünü bulamazsınız.

Bu böyledir; çünkü bizim sanatçılar sosyal gerçekliğe eğilmekle kalmaz, gerçeklikte beğenmedikleri sorunların nasıl çözülmesi gerektiği konusunda da seyirciye dersler verirler.

Hemen hepsi solcu oldukları için verdikleri derslerdeki çözüm önerilerinin de pratik bir yanı gayet tabii yoktur.

Bu nedenle siz, eğer yanlışlıkla böyle bir filmi seyretmek için sinemaya gitmişseniz, iki saat boyunca anlamsız sızlanmalar dinlemek zorunda kalacaksınız demektir.

Benim tavrım böyleyken neden reklamların da sosyal gerçekliği yansıtması gerektiğini düşünen gruba dahil olmuş olduğumu söylediğimi açıklamalıyım.

Biliyorsunuz bir süre önce bir bankanın İngilizce öğretmeniyle dalga geçen bir reklamı vardı. ‘‘This is a telephone’’ ‘‘No this is a bank’’ muhabbeti.

Hatırlamışsınızdır.

Buna karşı cansiperane bir mücadele vererek ortalığı ayağa kaldırmıştım.

Tabii benim orada tepkim, reklamda öğrencinin temsil ettiği, son zamanlarda örnekleri etrafta hayli yaygın şekilde görülebilen, az okuyan, beyni sadece para hesabına çalışan, okuyup düşünenlerle alay etmeyi, değersiz, saygısız yaşamayı marifet sanan, angut insan tipinin yüceltilmesineydi.

Ancak meseleler karıştı ve sonunda ben de reklamda gerçeklik arıyormuş gibi göründüm ister istemez.

* * *

Eğer mümkünse burada bugün bu algılamayı düzeltmek ve reklamın işinin ne sosyal sorunları çözmek, ne ders vermek, ne de ahlak hocalığı yapmak olduğunu söylemek istiyorum.

Dolayısıyla örneğin bırakın kız Güneydoğu'da özgür olarak dolaşsın, bunun üzerine kafa yormayın, sosyal teori yapmayın, ‘‘Yıllarca acı çekilen bir bölgede ben özgürüm diye dolaşmak da pek ayıp’’ diye konuşmayın ve lütfen biraz rahatlayın.

Hayatın her alanına yayın bu rahat tavrınızı. Örneğin ‘‘Sex and the City’’ dizisini seyrettikten sonra ‘‘Olur mu canım. Koskoca New York şehrini sadece seks arayan kadına indirgemişler’’ diye bilican bilican konuşup adamın kafasını attırmayın.

* * *

Bu konu nereden aklına geldi diye soracak olursanız...

Dün bir haber okudum.

Bu haberde hemen her şeye karışan ve biraz daha iktidar boşluğu yaşanırsa Başbakanlık makamına yatay geçiş yapacak gibi davranan Savcı Bey'in, kendisine sorulan ‘‘Yetkilerinizi azıcık aşmadınız mı?’’ sorusuna ‘‘BEN ÖZGÜRÜM’’ cevabını verdiği yazıyordu.

Bu haber bana son derece fantastik bir reklam fikri verdi.

Bu filmde özgür kız yerine özgür savcı Güneydoğu yörelerinde salına salına yürüyecek.

Şarkı söyleyecek. Sesinin güzel olması gerekmiyor, çünkü kızın sesi de pek güzel değil zaten.

‘‘Ben özgürüm’’ şarkısı olacak doğal olarak bu.

Köylüler onu uzaktan izleyecek. Şarkı söyleyen savcıya bakıp mahcup mahcup gülecekler. Sonra ona el sallayacaklar.

Çok harika bir reklam olacak bu.

Çünkü çok katmanlı anlamlar içeriyor reklam. Savcının ‘‘Ben özgürüm’’ diye şarkı söylemesinin temelde son derece komik bir şey olması bir yana, özgürlük meselesini yörede böyle şarkılarla haykırması da ayrıca güzel bir şey olacak. İşte ilk önce böyle bir reklam aklıma geldi.

Aklım başka yerlere gitti, bu yazıyı yazdım.

Hepinizden özür diler, saygılar sunarım. Haydi baş baş.

Yazarın Tüm Yazıları