Paylaş
NE kadar acımasız bir yaş dilimi bu 40'lı, 50'li yıllar.
Daha gençken ölümü hiç düşünmezsiniz, ne kendinize ne de çevrenizdeki insanlara yakıştırırsınız ölümü.
Gelen haberler hep başkalarıyla, uzaktaki insanlarla ilgilidir, ölüm soyut bir kavramdır o yaşlarda.
Yaşlanınca somuttur tabii ki ama yılların getirdiği belki bilgi, belki usanma, belki de zihnen hazırlanmış olmanız nedeniyle o kadar ürkütücü de değildir ölüm kavramı.
Yaşlılık yıllarında gelen haberler şaşırtmaz insanı, üzer belki ama yıpratmaz. Korkutmaz.
40'lı, 50'li yaşlar ise bana acımasız geliyor. Kendinizi genç hissediyorsunuz belki ama tabii ki yaşlanmaya başlamışsınız...
Arkadaşlarınızı da daha genç, zinde insanlar olarak görüyorsunuz ve bir gün bir yerlerden haber geliyor.
Şaşırıyorsunuz, afallıyorsunuz, yıpranıyorsunuz. Korkuyorsunuz.
Ve Orhan Abi'nin ölüm haberini aldıktan sonra iyice anlamış bulunuyorum ki haber her geçen dakika daha koymaya başlıyor insana.
İlk önce durgun olan tepkisel hisler, saatler geçtikçe, ortak yaşananlar hatırlandıkça daha da ağır oturuveriyor insanın yüreğine.
* * *
Belki bana inanmayacaksınız ama sevdiğim, tanıdığım insanların ölüm haberini nerede ne zaman aldığımı, bunu duyduğumda neler yapmakta olduğumu aradan yıllar geçse de hatırlıyorum.
Örneğin Aziz Utkan'ın haberini Enis asansörün başında vermişti bana, o da bir dakika önce duymuştu. bağırmaya başlamıştım ki beni azarlayıp susturdu. İyi de yaptı çünkü kendimizi toparlamamız gerekiyordu.
Çetin Emeç'in, Yavuz Abi'nin haberlerini duyduğum anlar hep gözümün önünde. O yılla ilgili tek bir şey hatırlamasam da o an aklımda. Ağırlığı oturup kalmış bende.
Sonra unutuyorum zannediyorum, bir yeni haberde geçmişteki bütün olaylar da nedense tek tek aklıma geliyor.
Toplam olarak ağırlığı biniyor hepsinin bir anda.
* * *
Çok düzgün bir adamdı Orhan Olcay. Tam anlamıyla emekçi bir profesyoneldi.
Mesleki dayanışması muhteşemdi, sessiz sedasız çalışır ama tam çalışırdı.
Ben İstanbul'a ilk önce dört ve beşinci sayfaların editörü göreviyle geldiğimde en büyük desteği ondan görmüştüm.
Yıllar sonra yazı yazmaya başladım, ilk yazımın malzemesini de o verdi.
Gazetede ‘‘Renkler’’ adıyla yayınlanan ilk köşeye bakın, resimli bir haber var, onun bana kullanmam için verdiği bir haberdi.
Ben eminim ki gazetecilik camiasında anıları benimki gibi olan çok insan vardır.
Ortak hüznümüzün nasıl olduğunu onu tanımayan sizlerin hissetmemesi normal. Ama pazartesi akşamı atv'de RTÜK tartışmasını izlediyseniz eğer, acımızın nasıl olduğunu o tartışmaya katılan Ertuğrul Özkök'ün suratına bir bakışta anlayabilirdiniz.
Bunca yıldır tanırım onu, böylesine içten burulmuş bir surat ifadesiyle çok az görmüşümdür kendisini.
* * *
Evet yine kalp krizi. Ve yine o istatistiklerde belirtilen yaşlar civarı. Ve yeni bir haber daha.
Lanet bir meslek bu yemin ediyorum.
Yıllar boyu her akşam tüketilen bir ürünü yarın tekrar yeni baştan yapmak için oturacaksın beyaz sayfanın başına.
Her gün çalan her telefonla ölüp ölüp dirileceksin. Her sabah işe gelirken başka gazetelerde ne var diye korkacaksın.
Gece yarısı telefon çaldığında anne babanın sağlığını değil de ‘‘Acaba ne haber atlamışım’’ diye düşüneceksin.
Yıllar boyu biriktireceksin bu stresi içinde.
Tabii ki patlayacak bir yerlerden.
Allah kahretsin.
* * *
Arkasından yazılanları belki okumuşsunuzdur. Yaz kış, tatil yapmadan çalışırdı Orhan Olcay.
Ama sevgili eşiyle bana yıllar önce anlattıkları bir şeyi de izin verin sizinle ben paylaşayım.
Aynı şehirdelerse eğer, her akşam birlikte yemek yemişler ikisi. Bir tek gün bile bozmamışlar bu kuralı.
Yani saat kaç olursa olsun, Orhan Abi iş nedeniyle ne kadar gecikirse geciksin birlikte otururlarmış masaya.
Başka bir iş yapıyor olsaydı Orhan Olcay, belki bu beni etkilemezdi ama İstanbul'un magazin dünyasının imparatorunun ailesine, düzenine böylesine bağlı olması beni çok etkilemişti. Hálá da etkiliyor.
* * *
Üzülme yılları bunlar. Aynı zamanda da korku yılları.
Bunu biliyorum bilmesine de ne yaşarsam yaşayayım hálá daha alışamadım bu yaşa ben.
Orhan Abi'nin eşine, kızına, yakınlarına, Hürriyet'teki arkadaşlara sabır diliyorum.
Paylaş