Paylaş
PSİKİYATR, öğretim üyesi S.C. Sayar'ın 3 Eylül Pazar tarihli Radikal İki ekinde ‘‘Çarşaf ve F Tipi’’ başlıklı yazısında belirttiği gibi, ünlü 1946 tutuklamalarına kadar Türkiye'nin hapishanelerinde sadece adli mahkûmlar yatmaktaydı.
Siyasiler koğuşu gibi bir kavram henüz oluşmamıştı o tarihe kadar.
Komünist oldukları için hapse atılanlar, o tarihe kadar diğer mahkûmlarla birlikte kalırlardı. Nazım Hikmet de hırsızlar ve cinayetten hüküm giyenlerle birlikte yatmıştı zamanında.
Onlara saygı duyulur, diğer mahkûmlar onları hem hapishane içinden, hem de hapishane yönetiminden gelebilecek tehlikelere karşı korurlar, onlara ‘‘akıl hocası’’ diye saygı gösterirlerdi.
1946 yılından itibaren ‘‘siyasiler’’ başlığı altında hapishanelerde ayrı bir sınıflandırılmaya gidilmesi zorunlu oldu; çünkü iktidar çok sayıda muhalifi içeriye tıkmaya başladı.
Ancak o tarihe kadar genelde adli mahkûmların koğuşu içinde yaşanan olay, bu kez de hapishanenin genelinde yaşandı.
İçeriye tıkılan siyasiler, anında hapishane hiyerarşisinin en üstüne yerleştiler.
Hem diğer mahkûmlar, hem de hapishane yönetimi onlara başka gözle baktı.
Ve başka bir şey daha da yaşanmaya başlandı Türkiye'de.
Hapishaneler kendi edebiyatını doğurdu.
Devrimciliğin romantik uzantılarının hayli yoğun olduğu 1970'li yıllarda, çok güzel romanlar yazıldı hapishaneler hakında.
* * *
Şöyle bir durum ortaya çıkmıştı 1980'e gelinceye kadar.
Türkiye'de birtakım insanlar gerek fikirleri, gerek de bu fikirlerin gerektirdiği bazı eylemler nedeniyle tutuklanıyorlardı.
Hapishane dışındaki tutuklama süreci, en basitinden aşırı kötü davranma ve genelde işkenceyle de tanımlanıyordu.
Bu nedenle hapishane bir anlamda tutuklunun ‘‘kurtuluş’’ alanıydı da; çünkü hapishanede yaratılan hiyerarşiler nedeniyle orada işkence olamıyordu, ayrıca koğuş sistemi de bir kez içeriye adımını atan bireye bir tür otoriteye karşı koruma sağlıyordu.
* * *
Yani anlayacağınız, 1980'li yıllara gelindiğinde hapishaneler iktidarın fazla dokunamadığı bir alan halindeydi.
1980 darbesi ve sonraki askeri yönetim, bu sistemi değiştirmeye karar verdi.
Mamak ve diğer hapishanelerde denenen sistem, hapishane içindeki yıllar sürecinde oluşmuş hiyerarşileri yıkmak ve gerekirse bireye karşı yeni cezalar vermeyi hapishane içine de taşımak amacını güdüyordu.
Sağ ve sol görüşlü militanlar, oluşmuş olan hiyerarşileri ve koruma sistemlerini delmek için aynı koğuşlara kapatıldılar.
Ve özellikle sol düşüncenin liderlerine, bu dönemde hapishane içinde de büyük işkenceler yapıldı.
* * *
Ancak 12 Eylül rejiminin, kendisine uygun gelmeyenleri hapishane içinde de ek cezalara çarptırma yöntemi, sonuca vardırılamadı.
Gerek hapishaneye düşen insanların dayanma gücü ve mücadelesi, gerekse ‘‘demokrasiye geçiş’’ sürecinin başlamasıyla düşünülen sistem hapishanelerde tam kurulamadı.
Koğuş sistemi, yeniden birtakım kendini savunma mekanizmaları geliştirdi.
Devletin sistemi delme konusundaki her adımı yeni mücadelelere yol açtı. Kavga büyüdü.
1990'li yıllarda hapishanelerden sürekli isyan haberleri gelmesi, oralara kanlı müdahaleler yapılması, bazı hapishanelerden çıkarılan mahkûmların televizyon kameraları önünde ‘‘ibret olsun diye’’ sıra dayağına çekilmeleri, hep bu mücadelenin bir parçasıdır.
Ben işte bu özel tarih nedeniyle F tipi cezaevlerine karşıyım. Türkiye'de mahkûm hakları diye bir şey var mı? ‘‘Habeas Corpus’’ Türkiye'de hiç var oldu mu, yani mahkûmun vücudunu koruma görevini devlet gerçekten hiç üstlendi mi? Türkiye'de işkence bitti mi? Korumasız hücreye kapatılan mahkûmun ‘‘bir kazaya kurban gitmeyeceği’’ veya ‘‘intihar etmeyeceği’’ güvencesini devlet bana verebilir mi; sistemin böyle konularda sicili temiz mi?
* * *
Bunlara cevap verilmesi lazım ve sicil temizlenene kadar, işkence tamamen kalkana kadar. Türkiye'de mahkûm hakları sonuna kadar koruma altına alınıncaya kadar ve biz vatandaşların sisteme sonuna kadar güveneceği bir demokrasiye ulaşılıncaya kadar da F tipi cezaevi sistemine geçilmesi, insanların birtakım güçlere kurban edilmesi anlamına gelir ki, bunun sonuçları da hepimiz için ağır olur.
İşte bu nedenle F tipi cezaevine karşıyım.
Paylaş