Paylaş
HAYATLA ilgili her işi artık tek başına yapmamaya karar veren Rana, bu işleri yaparken beni de yanında götürmeye başladı.
Yani yanlış anlaşılmasın, ben yine bir şey yapmıyorum ama olsun, en azından o hayatın rutin işleriyle bozuşurken ben de izlemek zorundayım bir süredir.
Marangoza gidilip ölçü mü verilecek, ben de oradayım.
Bankaya para yatırılırken, para çekilirken, ustayla kavga edilirken, ustayla iyi konuşulurken, eve eşya taşınırken, bana son derece detay olan ve o güne kadar var olup olmadığı üzerinde bile düşünmediğim bir eşyayı aramak için beş saat filan harcanırken, pazarlık yapılırken ben istisnasız artık hep oradayım.
Rana hayatın rutinini öğrenmem gerektiğine karar verdi ve beni her sosyal olayın içine sokup bir şeyler öğrenmemi sağlamaya çalışıyor.
Her olaydan sonra imtihan da ediyor beni.
Örneğin, ‘‘Ustayla konuşurken hangi ses tonunu kullandım, söyle’’ diyor. Bu ses tonunu ben tanımlamaktan acizim. Rana'yla evleninceye kadar tabiatta bu tür bir ses tonunun varlığından haberim yoktu.
Üstelik Discovery Channel'daki bütün dokümanterleri de seyretmişimdir ha!
Neyse, tabii ben o ses tonunu mümkün değil taklit edemedim. O da beni azarlıyor, sorularına doğru cevaplar veremediğim zaman, bunu da bilin.
Onu en çok kızdıran olay, pazarlık edildiği yerlerde yaşanıyor. Diyelim ki maliyeti hayli fazla olan bir eşya alacağız. Rana pazarlığa başlıyor. Beş kuruşa inseler 4 kuruş olmaz mı diyecek, kendisini öylece kurmuş!
Zaten pazarlığa başlayınca da bakışları bir tuhaflaşıyor. Öyle bir durumda bir gün mutlaka birilerinin boğazına filan sarılacak, bunu da biliyorum.
Pazarlık başlıyor. Rana bu süreçte Hafız Esad taktiği uyguluyor. Hafız Esad da önemli bir siyasi pazarlığa başladığında, karşı taraftaki insanlarla birlikte konuşurken sürekli çay içerdi.
Ancak Hafız Esad'ın önemli bir özelliği de vardı. Görüşme isterse 7 saat sürsün yerinden katiyen kıpırdamaz, gözünü bile kırpmaz, daha da önemlisi tuvalete gitmeye ihtiyaç duymazdı. Sadece bu nedenle Suriye o ölünceye kadar sayısız uluslararası görüşmede büyük başarılar kazandı; çünkü karşı tarafın görüşmecileri Hafız Esad'ın hareketsiz öylece durmasından ve bir de çişlerini tutamayacak hale geldiklerinden pes edip, o ne derse kabul ederek otellerine dönüyorlardı.
* * *
Rana da pazarlığa başlayınca tamamen hareketsiz kesiliyor. Tam anlamıyla karşıdaki ‘‘düşmanına’’ konsantre oluyor ve sonuç kendi istediği rakama gelinceye kadar da devam ediyor konuşmaya.
Benim orada bulunmamam gerekiyor aslında teorik olarak. Pratikte ise oradayım ve isterseniz bana sabırsız deyin, beni küçümseyin, ne yaparsanız yapın, ama pazarlığın üçüncü saatinde fenalık geçirmeye başlıyorum.
Bizim memlekette tüccar kesiminde acayip bir içgüdü var. Bakın bunu bugün ilk kez açıklıyorum. ‘‘Öteki Türkiye’’ tartışmasında yaptığım açıklamalardan çok daha önemli bu, iyi dinleyin.
Tüccar takımı, karşısındaki rakibin zayıf anının geldiğini, o rakibin neresine kroşe atacağını gayet iyi tespit ediyor.
Bu, doğuştan gelen bir yetenek olmalı.
Üçüncü saatte benim içime fenalık geldiğini anında hisseden satıcı da, sanki benim orada olduğumu daha yeni fark etmiş gibi, sanki ben üç saat boyunca hiç fark edilmeyecek kadar çirkinmişim gibi, bana dönüyor ve ‘‘Abi peki sen ne diyorsun bu konuda?’’ deyiveriyor.
Ve ben tabii ki, ‘‘Kardeşim sen haklısın, bu çekmekte olduğun eziyeti hayatta hiç kimse hak etmiş olamaz. Senin istediğin para verilmeli’’ deyiveriyorum.
O anda da içimdeki fenalık hissi bitiveriyor.
Ve tabii onun yerine ölüm korkusu hissi geliyor; çünkü Rana bana ‘‘bir dışarı çıkalım da ben sana sorarım’’ der gibi bakıyor.
Ben bu bakışı son kez Clint Eastwood, sekiz adamı spontane bir şekilde öldürmeden önce onun gözlerinde görmüştüm.
Peki ne yapsaydım yani. Rana'ya kalsa, onun önermekte olduğu fiyattan rasyonel olarak malın sadece yarısını alabilmemiz gerekir. Buzdolabı, çamaşır makinesi gibi mallarda da bunu yapabilmek hakikaten çok zor.
Neyse bu lafım da etkili olmuyor ve aradan bir iki saat geçtikten sonra, adamcağız içinden büyük ihtimalle ‘‘lanet olsun’’ diyerek Rana'nın önerdiği fiyatı kabul ediyor ve mağazadan çabuk ayrılalım diye bir de üstüne üstlük dört taksit filan yapıyor.
Profesyonel onur meselesi işin içinde olmasa, sırf Rana başından gitsin diye adamcağız malı bedava verecek ve hatta üste para bile verebilecek, yani o kadar bitmiş, tükenmiş durumda oluyor.
Sonra biz dışarı çıkıyoruz ve Rana, ‘‘Şimdi söyle bakalım, ben pazarlık yaparken sen hangi cümleleri söylemeyeceksin’’ diye soruyor bana.
(Arkası yarın).
Paylaş