Serdar Turgut: Evlilikten enstantaneler (2)

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

RANA'nın sürekli beni yanında taşımak ádeti, kendisi hakkında yepyeni bazı keşiflerimin oluşmasına vesile oldu. Bunlardan bir tanesi de şu: En sakin, en keyifli anımızda bile beni katiyen dinlemiyor, bunu yeni fark ettim.

Hayat hakkında ders almam gerektiğine karar verdiği bir gün, biz altı saat filan İstanbul'daki adresi hiç belli olmayan bütün dükkánları dolaştıktan sonra dinlenmek için bir kafeye oturduk.

Salatalarımızı yiyip kahvelerimizi yudumlarken ona ‘‘Sen bütün bu paketleri al, nasıl olsa eve taksiyle gidiyorsun, ben bir kitap alacağım, sonra otobüs bileti işini hallederim’’ dedim.

Şimdi elinizi yüreğinize koyun ve bana söyleyin. Bu çok net, yanlış anlaşılması katiyen mümkün olmayan, yoruma açık olmayan bir cümle, öyle değil mi ama!

Olur diyor ve hatta sanki benim dediğimi duymuş olduğu izlenimini filan vermek için otobüste koltukları hangi taraftan almam gerektiğini de söylüyor.

* * *

Sonra kafeden çıkıyoruz. Taksiye kadar ben tabii ki paketlerin hepsini taşıyorum. Yakında kendime bir küfe de alacağım ve evrim sürecim doğal sonucuna bağlanmış olacak, bunu da bilin!

Dişlerimle de olsa ben kapıyı açıyorum, taksiye biniyor ve bir önceki paragrafta gayet açık olarak yazmış olduğum cümle doğrultusunda paketleri taksiye koymaya başlıyorum.

Şimdi olanlar yemin ediyorum gerçek. Yani ‘‘Pes doğrusu, bu da olamaz, yalan yazıyor olmalı adamcağız’’ filan demeyin benim aleyhimde.

Rana o paketlere biraz baktıktan sonra yarısını aldı, ‘‘Niye bunların hepsini taksiye dolduruyorsun ki’’ deyip bir kısmını benim kucağıma bırakıverdi.

Yemin ediyorum, ekmeği öpüp başıma koyayım, Kuran'a el basayım ki böyle yaptı.

Ve taksi de çıktı gitti.

Şimdi yazacağım olay da doğru. İnanmayacaksınız büyük ihtimalle ama, taksi aynen Maçka Otel'in köşesinden tam dönüş yaptı ve benim tamamen hareketsiz durmakta olduğum noktaya geri geldi.

Ben bu gibi durumlarda geçici felç yaşıyorum, bunu size daha önce de anlattım.

Sinir sistemim aniden sıfırlanıyor, ne konuşabiliyorum, ne hareket edebiliyorum. Bir gün nefes alamamaya da başlayacağım, işte o gün olanlar olacak.

Taksici geri geldi. 12 saat sonra filan Rana'nın bana anlattığına göre, bize tamamen yabancı olan taksici bile ‘‘Abla, bu adama yaptığın eziyet olacak şey değil yani, madem eve gidiyorsunuz niye almadık ki paketlerin hepsini’’ deyip aynen geri dönmüş.

Neyse ben hareketsiz durmakta olduğum için taksici mecburen indi, paketleri yükledi ve araba gitti.

Giderken arka pencereden Rana'nın kafasını gördüm. Telefonla konuşuyordu ve büyük ihtimalle de bir başka kurbanla fiyat pazarlığı yapmaya başlamıştı.

O anda içim müthiş bir katliam hissiyle doldu.

İyi oluyor o hissin gelmesi. Geçici felç ancak böylesine daha da kuvvetli olan bir başka hissin gelmesiyle sona eriyor.

Cinayeti işleyecekmişim gibi bir süre 300-400 metre kadar koşuyorum, sonra işler tekar normale dönüyor. Hayat o acımasız kısırdöngüsüyle tekrar başlıyor.

* * *

Ben Rana'ya bundan yıllarca önce, bana, evde 24 saat gözetim altında tutulması gereken mahkûmlara Amerika'da takılan elektronik ayak bilekliğinden almamızı teklif ettim.

Bu aleti alıp takarsak, o her an her saniye nerede olduğumu haritadan görebileceği için telefon açıp ‘‘Neredesin’’ sorusunu sormaktan vazgeçecek ve ben de hayatımın hiç olmazsa bundan sonraki bölümünde biraz olsun rahat nefes almaya başlayacaktım.

Şimdi bu ‘‘Neredesin’’ sorusu her an sinir bozucu olmuyor gayet tabii ki. Yeni taşındığımız ev, bizim genelde alıştığımız yerlerin 40 kilometre uzağında olduğundan ve İstanbul'da bu 40 kilometre, toplu taşıma sistemi zinciri içinde ortalama iki saatte filan aşılabildiğinden, o uzun seyahati yaparken bana ‘‘Neredesin’’ sorusunun telefonda sorulması bazen hoşuma bile gidiyor. Buna örneğin ‘‘Öteki Türkiye'yle birlikte minibüsün içindeyim’’ cevabını vermek, nedense beni acayip rahatlatıyor, sinirlerimi gevşetiyor.

Ancak...

Spor yapmaya gitmişsek, ikimiz de spordan sonra kendi soyunma odalarımıza kapanmışsak, bunun 20'nci dakikasında telefon çalıp yine ‘‘Neredesin’’ sorusunu duymak, sinirler üzerinde aynı etkiyi yapmıyor.

Dışarı fırladım o soruyu duyunca. Amacım ilk önce bu absürd soruyu sormasının nedenini dinlemek ve en sonunda onu öldürmekti.

Bana gideceğimiz yere geç kaldığımızı, saatin 19.15 olduğunu söyledi.

Saat o anda daha 18.30'du.

Ben onu öldürmekten o gün de vazgeçtim; çünkü 18.30 olan bir saati belki 19.30 olarak görmesi mümkün olabilirdi, ama 19.15 olarak görebilmesi katiyen mümkün değildi.

Bunun da rasyonel bir açıklamasını yaptı bana. Yine felç olmuşum, onu zorunlu olarak affettim.

Yazarın Tüm Yazıları