Evlilikte stratejik meseleler

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Artık siyasi yazı yazmayacağım. Çünkü o konudan fazla bir şey anlamadığım seçim tahminimin yüzde 100 yanlış olmasıyla ortaya çıktı. Bugün asıl uzmanlık konuma geri dönüyorum. Yazımın konusu evlilik kurumu üzerine.

Evlilik kurumunun imkánsızlığını anlatmak için Marcel Proust tarafından ortaya atılan teorem bilim çevrelerinde ‘Evliliğin Nuh’un Gemisi' teoremi olarak adlandırılır.

Nuh Peygamber büyük selden korunmak için hayvanlarla birlikte gemiye bindiği gün 600 yaşındaydı.

Gemide 40 gün okyanus haline gelen bir dünyada yaşadı.

Ve birden farkına vardı ki dağları, bayırları, vadileri, ağaçları özlemeye başlamış.

Ve tabii akıllı bir insan olduğu için şu gerçeğin de farkına varmış: 600 yıl boyunca dağlara, bayırlara, vadilere, ağaçlara, kuşlara bakmayı aklına getirmemiş.

Onları görmüş tabii ki gözünün ucuyla. Ama gerçekten bakmayı, onların temeldeki güzelliğini algılamayı aklına getirmemiş.

Marcel Proust bunları anlattıktan sonra evlilik kurumumum da imkánsız olduğu sonucuna varıyor.

Çünkü biliyorsunuz evlilik iki kişinin hiç durmadan bir arada yaşaması için insanlar tarafından yaratılmış bir şeydir.

İnsanların birbirlerinin temeldeki güzelliklerini kavramaları da birbirlerinden uzakta olmalarına, birbirlerini özlemelerine bağlıdır.

Yani sentez olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki evlilik kurumu bir an önce yıkılması gereken bir kurumdur.

* * *

Proust'un daha ilginç gözlemleri var.

Örneğin bir insanın ilk tanıştığı karşı cinsten bir insanla birlikteliğinden gerçekten zevk alma süresinin en fazla 15 dakika mümkün olduğunu düşünür.

Birliktelik süresi 15 dakikayı aşarsa tekdüzeliğin başlayacağını ve tekdüzelikle birlikte de sıkılmanın geleceğini öne sürer.

‘Geçmiş Zamanın İzinde’de olayları anlatan kişi Gilberte'ye aşık olur ve onu evinde çay içmeye davet eder.

İşte tahammül süresinin 15 dakika olduğuna da bu çay partilerinden bir tanesinde kesin olarak karar verir.

İlk 15 dakika içinde son derece heyecan verici olan sohbet, sınır aşıldıktan sonra tahammülü güç bir olaya dönüşmüştür.

Proust'un konuya yaklaşımı temelde haklı olmakla birlikte, 15 dakika biraz az gibi geldi bana.

Bence 40-45 dakika daha doğru olurdu.

Bunun dışında Proust'un insan ağzının keyifle öpüşme konusunda ne kadar yetersiz bir organ olduğu konusunda da teorileri var ama bu tamamen başka yazı konusu olabilecek kadar derin ve çok daha radikal başka bir meseledir.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

* * *

Rana ‘radikal evlilikten’ yana.

Radikal evlilik, kadının evlendiği adamı tamamen esaret altında tutması ve bunun da süresiz olduğu fikrini ona kabul ettirmesi anlamına geliyor.

Evlilik konusunda radikal olan Rana, benim bu kurum hakkındaki fikirlerimi dinlemek ve okumaktan da başka bir keyif alıyor.

Eminim Proust'a hak verdiğim bu satırları okurken insanın teorileriyle pratiği arasındaki müthiş kopukluk konusunda düşünüp, Jack Nickholson'un o minik köpeği çöp tenekesine atmasından hemen önceki o gülümsemesiyle gülümsüyordur.

* * *

Bizim yaşadığımızın ‘Radikal evlilik’ olacağını anladığım günden bu yana durumumu az da olsa iyileştirmek için elimden geleni yapıyorum.

Müebbet hapse mahkûm olan insanları inceleyin. İlk iki, üç yıl her gece ağlarlar, acılar çekerler.

Sonra durumu kabul ederler. Hapishanede kendilerine güzellikler yaratmaya başlarlar.

Benimki de böyle bir şey işte, veri durumdan güzellik yarattım.

Hayatımı kendimle ilgili olarak Rana'nın eline kullanabileceği tek bir koz vermemek üzerine kurdum.

Geçmişimizden biliyorum, o gerek ani şaşırtıcı sorular, gerek masumane gözüken davranışlar ve gerek de son derece detaylı hazırlanmış planlarla bir şekilde beni gardımı düşmüş olarak yakalar ve bulduğu hata ne kadar detayda olursa olsun bunu bana karşı kullanırdı.

Hayatımı rahat hale getirmek için artık sürekli olarak gardımı almış durumdayım.

* * *

Bu nedenle kroşe yumruk yemeyeceğimi sanıyordum.

Ancak tabii bu imkánsız, çünkü Rana açık bulma konusunda uzman ve bu ona büyük keyif veriyor.

Şimdi biliyorsunuz durup dururken Marcel Proust'a takmış durumdayım.

Bu kriz durumlarında ben sadece yazmakla kalmam, evde de sürekli olarak o anda takmış olduğum konu üzerine konuşurum.

Geçen akşam da bu seanslardan bir tanesini yaşıyorduk.

İlk içkilerimizi içerken Marcel'in ne kadar önemli insan olduğunu, onu okumayanın eksik kalmış olacağını büyük heyecanla anlatıyordum.

‘‘Bir dakika’’ dedi. Yerinden kalktı. Kütüphaneye gitti, arkalardan bir yerden iki kalın cilt bulup çıkardı, getirdi.

‘‘Bunlar ne?’’ dedi. ‘Geçmiş Zamanın İzinde’nin ikinci ve üçüncü cildinin Türkçe çevirisiydi.

‘‘Ha bunlar bizde var mıydı?’’ dedim ve o anda büyük bir felaketle karşı karşıya kaldığımı hissettim. Ama iş işten geçmişti.

Rana'nın gözleri parladı aniden.

‘‘Hatırlıyor musun bunları?’’ dedi.

İtiraf etmekten başka çare kalmamıştı. Yıllar önce Rana bunları almıştı.

Ben kitapları görür görmez onunla alay etmiş, bunları artık hayatta kimsenin okumadığını anlatmış, Marcel Proust'un zırvalamalarını okumaya karar vermesine çok şaşırdığımı ve hatta onu kınadığımı açıklamış ve daha sonra da onunla uzun uzun alay etmiştim.

Arkadaşlar, sevgili kardeşler.

Gardım düştü, yumruklar hálá geliyor, İmdat!

Yazarın Tüm Yazıları