ÜÇ yıldır ülkenin ekonomik durumu hakkında yazdığım yazılar nedeniyle kötümser ve hatta kötü niyetli bir insan olarak görüldüm hep.
Ekonominin batmasının bana ne faydası olabileceğini anlamadığım için kötü niyetlilik suçlamalarına kızamadım hiç.
Ama kötümser olduğumu yalanlayacak da değilim. İyimser olabilmem için hiçbir objektif koşul yoktu ve daha üç yıl öncesinden, bilgili olduğunu iddia eden birçok insanın aksine ‘‘batıyoruz’’ davulunu alıp çaldım bu köşede.
Evet doğru, ben tartışmalara girmekten hoşlanırım ama o davulu öylesine çalmaktan hoşlanmamıştım; çünkü hem benim bütün arkadaş çevrem ve hem de -işimi koruma şansına sahip olduğum için onlardan daha az oranda olmakla birlikte- ben, koşullarımızın adım adım, neredeyse gün gün kötüye gittiğini yaşıyorduk.
O ortamda birilerine bir şeyler duyurabilmenin tek yolu; ne söylenecekse meseleyi yüksek sesle ifade etmek, ıvırıp kıvırmamak, doğruları suratlarına vurmaktı.
Başka çarem yoktu.
Teknokratlar hükümeti çağrım da, benim düşmüş olduğum çaresizliğin en son aşamasıydı, bir kurtuluş yolu çırpınışıydı.
Yıllardır kokuşturulan düzeni kurtarmak, geleceğimizi, kendi yaşamımızın geleceğini kurtarmak için bir haykırıştı o çağrı.
O konuyu ortaya atarken buna ne tür tepkiler gelebileceğini biliyordum. Çok insanı kırmak zorunda kalacağımı da biliyordum.
Düşündüklerim de oldu, ama pişman değilim. Eğer o bazen aşırı yüksek sesle söylenen lafların da bazı şeylerin düzelmesine, bazılarının kendilerine çekidüzen vermelerine hafiften katkısı olduysa işimi de iyi yapmış olarak görürüm kendimi.
***
Durum böyle.
Yanlış anlamayın, bu bir geçmişle hesaplaşma yazısı filan değil.
Geleceğe bakıyoruz artık ve bugünün 1 Ocak olmasıyla filan da ilgili değil.
Çok uzun zamandır, üç yılı aşkın bir süredir ilk kez bu ülkenin düşürülmüş olduğu bataklıktan çıkmaya başladığını hissediyorum.
Ve ilk kez içimde olağanüstü bir umut var.
Zamanlama yılbaşına rastladı tesadüfen, belki de iyi oldu. Bir kötü sayfayı kapama kavramını daha somut olarak ifade edebilecek sözcüklere de sahip olduk böylece.
Yeni yılda umut pompalama yazısı yazdığımı zannetmeyin diye belirttim bunu; dediklerimin postmodern umut yaratma çabalarıyla alakası yok.
Evet, 2002 daha iyi olacak. Ülke kendini toparlayacak, yaralar yeniden bu kez çok daha sağlam sarılacak.
Ve yeniden aynı hataların, kötülüklerin yapılmasına izin verilmeyecek; çünkü onların bize, hepimize nelere mal olduğu görüldü sonunda.
İşler açılacak, para dönecek, hiç hak etmedikleri halde bugün işsiz olan yüz binlerce insan çok kısa süre içinde yeniden imkánlarının arttığını görecek.
***
Rakamlar mı söylüyor bunu? Rakamlar bir süredir Türkiye gerçeğinin tam olarak görüleceği yer değildi.
Asıl gerçeklik somut yaşamda, psikolojik tepkilerde, korkulardaydı.
Açılması gereken tıkanıklıklar, ne yapılsa bir türlü açılmıyordu.
Bir anda her şey, neredeyse mucizevi bir şekilde hareketlendi.
Ben yeni yıla girerken, yılın en iyi haberini sevdiğim bir dostumdan aldım. Kendisi orman mühendisidir. Kamuda çalışıyordu, ayrıldı serasını kurdu. İşleri de iyiydi, büyümeyi düşünüyordu. Kriz onu da vurdu.
Üç ay önce borç batağına saplanmıştı. Babasından para istemek zorunda kaldığını anlatırken gözleri doluyordu. 2 gün önce konuştuk, 20 gün içinde tüm borçlarını ödemiş. ‘‘Büyük bir hareketlilik var piyasada’’ dedi. İş vermeye başlamış insanlar. Baktım kalabalık ekibini de tekrar kurmuş, farklı işlere dağıtıyor onları.
Bodrum'da bir otel de mayısta yapmayı planladığı açılışı, hızla artmaya başlayan talep nedeniyle marta çekti.
İşadamı arkadaşlarım ilk kez mutsuz, umutsuz konuşmuyorlar. ‘‘Biraz toparlanmaya başladık’’ diyorlar; tasfiye konuşan yok artık.
Herkes, IMF'den son kredi geleceği açıklamasının ertesi günü, sihirli değneğin piyasaya değdiğini söylüyor.
Ne değdiyse değdi; aman nedenleri konuşmayalım artık da bu beladan çıkış sürecini hızlandırmak için elimizden ne geliyorsa yapalım.