Paylaş
İLKOKULDA okurken özellikle İngilizce derslerinde bir rituelimiz vardı. Tuvaletimiz geldiğinde neler yapacağımız katı kurallarla belirlenmişti.
İlk önce el kaldıracaksın, hocadan yanına gitmek için izin alacaksın.
Masaya saygıyla yaklaştıktan sonra, bir metre uzaklıkta duracaksın.
Sağ elinin baş parmağını otostop yaparmış gibi yapıp, ‘‘Mam, may I go out please’’ (Hanımefendi, dışarıya çıkabilir miyim lütfen) diyeceksin.
Bayan hoca sana çıkabilirsin deyinceye kadar da bekleyeceksin.
Büyük ihtimalle, İngiliz kamu okullarından yürütülmüş olan bu rituel nedeniyle yüzlerce genç adam, kadınlarca kırbaçlanmaktan, aşağılanmaktan zevk alan sapıklar haline dönüştüler.
Ama konumuz bu değil. Şimdi bakın, yok dönüşmemişlerdir filan derseniz tek tek isim veririm. Benim canımı sıkmayın lüzumsuz itirazlarla.
Konu başka. Önceki gün DSP kurultayına bakarken bu hatıram canlandı birden.
Ben eminim ki DSP'li milletvekilleri tuvalete gitmek için ya Bülent'ten, ya da Rahşan'dan izin alıyorlardır.
İzin vermezlerse de gitmiyorlardır.
Çünkü kendi kendilerine karar alma yeteneklerini kaybetmişler gibi bir halleri var.
Ne oluyor onlara bilemiyorum? ‘‘The Invasion of the Body Snatchers’’ (Vücut Çalıcıların İstilası) filminde olduğu gibi galiba bu partiden milletvekili seçilir seçilmez, ruhları adeta Rahşan ve Bülent tarafından emilerek alınıyor, görünürde sadece vücutları kalıyor, içleri farklı kişiliklerle dolduruluyor.
(Bu bölümle ilgili önemli not: Ben bir defasında sarsak olduğum için işaret ettiğim yönü şaşırmışım. O yönde okul müdürünün odası bulunuyormuş. İngilizce öğretmenim, benim bu hareketimle alaycı bir yorum yaptığımı sandı ve beni dövdü. Benim çocukluğum da çok acıklı olaylarla doludur; eğer ekonomik krizden çıkarsak bunları bir gün anlatırım size. Çıkmazsak anlatmam; çünkü o zaman olan biteni duyunca yüreğiniz kaldırmayabilir.)
* * *
Kurultayda Ecevit'in bir sağ omzuna baktım, bir sol omzuna ve acayip panikledim.
Hüsam yoktu oralarda. Sevgili okurlar, bu kurultay DSP'nin şanlı tarihinde (Bizde sosyal demokrat kurultayların hepsi ‘‘şanlı’’ olarak bilinir ve hepsi de istisnasız tarihe mal olurlar) sırf bu önemli gelişme nedeniyle en önde anılmalıdır.
Hüsam ilk kez bu kurultayda Ecevit'in, çapı bir metre olan dairesel uzaklığında bulunmadı.
İyi de pekiyi birbirlerinden uzakta kaldıkları bu süre zarfında Türkiye'yi kim idare etti ki?
Hüsam söylemedikçe öbürü bir şey yapmıyor. Hüsam'ın da onca delegenin kafası üzerinden ‘‘Şöyle yapın, böyle yapın’’ diyecek hali yok ya.
Türkiye o saatler boyunca otorite boşluğu yaşadı, bir daha olmaz inşallah!
* * *
Yıllar önce, ama bayağı yıllar önce bir gün Ecevit'in basın toplantısını izlemeye gönderdiler beni.
Önceden de uyarmadılar neyle karşılaşacağımı, saf saf gittim ben de.
Ecevit başladı konuşmaya: Arkadaşlar merhaba NOKTA. Bugün TBMM meclis grubumuz toplanıp VİRGÜL memleket açısından önemli kararlar alacak NOKTA. PARAGRAF BAŞI. Biz bu memleketin sorunlarının VİRGÜL, karşı karşıya olduğu tehlikelerin farkındayız NOKTALI VİRGÜL ancak çözümler de bizdedir ÜNLEM İŞARETİ.
Bu şekilde devam etti konuşma.
Ben ilk önce şaka yapıyor sandım, değilmiş.
Noktalama işaretlerini de dikte ederek açıklama yaparmış o.
Şimdi arkadaşlar, sevgili okurlar. Bu şekilde konuşan bir insanın demokrat filan olması mümkün mü Allah aşkına?
Ben daha o gün Ecevit'in ne sosyal, ne de demokrat olmadığına kesinlikle karar vermiştim; dolayısıyla geldiği nokta da beni katiyen şaşırtmadı açıkçası.
Böyle konuşan bir insan parti içi demokrasiye filan inanabilir mi, olacak şey mi bu?
Beyinleri Rahşan ve Bülent tarafından emildikten sonra milletvekili yapılan ‘‘vücut insanlar’’ (the pod people), ancak bu prosedürden geçtikten sonra böyle bir partide mutlu olabiliyorlardır.
* * *
Bu yazıyı yazarken bayağı zorlandım.
İçimden hep ciddi yorumlar yapmak geçiyordu, kendimi zor tuttum. İlk önce bunun, yaşadığımız sosyal ve ekonomik kriz nedeniyle olduğunu zannetim, ama alakası yok.
Ben beş yaşımdan itibaren bu memlekette sosyal ve ekonomik krizden başka bir şey olduğunu zaten hatırlamıyorum. O nedenle son olanlardan fazla etkilenmiş olamazdım.
Sonra anladım olan biteni.
Kısa süre önce Hasan Cemal'i iki gün üst üste uzunca saatler gördüm.
Ciddi yazma hastalığı büyük ihtimalle ondan bulaşmış olmalıydı bana.
Eğer bu beladan kurtulamazsam büyük ihtimalle intihar edeceğim; çünkü bu memleketin ikinci bir Hasan Cemal'e tahammülü katiyen olamaz, olmamalı.
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Paylaş