Paylaş
Meslek içi dayanışma, ileriye doğru adım atmanın önündeki en ‘‘masum görünen’’ engellerden bir tanesidir.
Çünkü ‘dayanışma’ hemen her durumda ‘‘kötü olanın’’ meslek dışında olanların gözünden kaçırılması için yapılan bir eylem birliğidir.
Örneğin ben doktorlar arası dayanışmanın tıp áleminde ilerlemenin hızını kestiğini, çünkü insani yanlışların bu dayanışmayla tartışılamaz hale geldiğini düşünürüm hep.
Her meslekte olduğu gibi gazeteciler arasında da dayanışma vardır.
Bakmayın siz son yıllarda artan köşe yazarları arasındaki kavgalara.
Onlar çoğunlukla kişisel kıskançlık ve kızgınlıktan yola çıkan, kavga içinde yer alanların egosunu okşayıcı, dolayısıyla da sonuçta asıl hedef olan okuyucu açısından ‘‘eğlendirme’’ niteliğinden başka işe yaramayan boş işlerdir.
Birkaç istisna dışında gazeteciler asıl önemli olarak görülmesi gereken meslek etiği, gazeteci ahlakı gibi konularda fazla tartışma içine girmezler.
***
Neden girmezler?
Bir komplo söz konusu değil, katiyen böyle bir şey yok.
Bu konular tartışmaya açılmaz çünkü gazetecilerin önemli bölümü birey olarak kendi ahlaklarından emindirler.
Satın alınmayacaklarını bilirler ve bu yüzden de mesleğe yönelik etiksel tartışmalara da pek ihtiyaç duymazlar.
Son günlerde çıkan ‘‘gazetecilerin davetli gittiği dış seyahatler’’ tartışmasında da bu görüldü.
İlke tartışması yerine olay hemen bireyselleştirildi.
‘‘Yani ben şimdi bir yere davetli gittim diye ahlaksız mı oluyorum?’’ diye soranlar oldu.
‘‘Sen gitmedin mi eskiden böyle davetlere, şimdi neden konuyu gündeme getiriyorsun?’’ diye soranlar da oldu.
Bu konuyu ben 25 Mayıs 1999 Cumartesi günü yayınlanan Hürriyet ilavedeki medya sayfasında gündeme getirdiğimden bu yana dostlarla tartışmalar yaşıyorum.
O yüzden bugün konu hakkında yine sesli düşünmek ihtiyacını hissettim.
***
Hemen cevap vereyim. Hayır, davetli olarak geziye gitmiş olanlar ve gidecekler ahlaksız filan değil.
Ve evet ben de katıldım bu tür gezilere.
Ama bu ‘‘hayır’’ ve ‘‘evet’’ cevaplarıyla yetinirsek, o zaman kendi mesleğimizle ilgili yeni davranış biçimi modelleri kurmamız da imkánsız olur.
Bu yüzden birey isimleri ile uğraşmak yerine, karşılıklı suçlamalar getirip minik kavgalarda minik zaferler kazanmaya çalışmak yerine, ilkelerin tartışılmaya açılmasında büyük fayda var.
***
Ben uzun zamandır New York Times'ın tarihini okuyorum.
Bizim medya sektöründe bugün yaşananlar büyük ölçüde 1960'lı yıllarda New York'ta yaşananlara benziyor. New York Times'ın sahipleri dört kuşaktır gazete patronu.
Dürüstlüğe, meslek etiğine büyük önem veriyorlar.
Buna rağmen New York Times'da o yıllarda gazeteciler hediye kabul ediyor, davetle dış gezilere gidiyor. Bu patron seviyesinde bir tepkiye de neden olmuyor, çünkü onlar da bir New York Times muhabirinin bu tür şeylerle ‘‘satın alınamayacağını’’ biliyorlar. Ancak bundan sonra bazı adımlar atılıyor.
Gazetenin patronu ve profesyonel yöneticileri etiksel meselelerin bireysel iyi niyete bağlanamayacağına karar veriyorlar.
Ve bir dizi tedbirler alıyorlar.
***
Bu tedbirlerin ne olduğuna sonra geleceğim.
Burada vurgulanması gereken asıl önemli nokta Times'ı bu adımı atmaya iten bir skandalın filan yaşanmadığıdır.
Yani muhabirler gerçekten Times'a yakışır şekilde davrandıkları halde yönetim bir takım düzenlemeler yapma yoluna gitmiştir.
Çünkü onlarda da, bizde de önemli olan okuyucudur ve okuyucu görüntüde olsa bile bir etik meselesinin olduğuna inandığı takdirde gazeteye olan güvenini kaybetmektedir.
Meslek ahlakının bireysel iyi niyete bırakılması ise olumsuz görüntü yaratarak gazeteye güvenin kaybolmasına neden olabilir.
Gazeteye güven ise o gazetenin satışının artması, büyümesi ve ağırlık kazanması için en önemli güvencedir ve Times da bu güvenceyi kaybetmek istememiştir.
***
Şimdi şöyle düşünün. Gazeteci bir dış geziye davetli olarak gittiğinde dönüşte konu hakkında yazı yazdığı zaman okuyucu gözünde hep şaibeli olacaktır bu yazı.
Gazeteci ne kadar dürüst olursa olsun bu maalesef böyle olacaktır, çünkü okuyucu davetle gidilen yerden doğru dürüst yazı yazılabileceğine inanmak zorunda değildir. Bunu bilen birçok meslektaş davetle gidilen yerden tek bir kelime yazmamayı tercih etmektedir. Bu da daveti veren ve gerçekten hakkında yazılmayı hak edici işler yapmış olanlara yapılan büyük bir haksızlıktır.
Yani sonuçta ‘‘davet’’ hemen herkes tarafından olumsuz sonuçlara yol açan bir gelişmedir.
Dahası davetler hemen her defasında basında güç sahibi olan kişilere çıkarıldığından, genç insanların dünyayı tanıma işlevine katkıda bulunulduğu iddiası da geçersizdir.
***
New York Times'da bu gibi konularda ‘‘sıfır tölerans’’ politikası uygulanıyor.
İsme davet yapılması yasak. Davet doğrudan yönetime iletiliyor ve buna uyulacaksa gidecek kimsenin ismini gazete yönetimi belirliyor.
Davete eğer haber değeri var ise ‘evet’ deniliyor. Gönderilecek muhabirin bütün masrafını da gazete karşılıyor. Sonuçta bu davetle gidilen seyahat hakkında yazı yazıldığında okuyucu biliyor ki New York Times'da yazılanlar doğrudur ve inanılması gerekir.
İşte bu nedenledir ki bugün New York Times dünyada en çok güvenilen ve dahası en çok para kazanan gazetelerin başında geliyor.
Bizde de ‘‘sıfır tölerans’’ politikası gerekiyor, bu konuyu da yarın yazacağım.
Paylaş