Paylaş
BAKMAYIN siz adına uzman denilen kişilerin parlak cümlelerle süslü yazılarına, teknik jargonla şişirilmiş konuşmalarına.
İktisat bilimi aslında son derece basit bir mantığa dayanır.
Sadece bir büyük denklem vardır tüm iktisat biliminin temelinde.
Her denklemde olduğu gibi bu denklemin de sağ ve solunda yer alan rakamlar toplamının birbirine eşitlenmesi muhasebe mantığı gereğidir.
Hayata sadece bu muhasebe mantığının gözlükleriyle bakmayı yeğleyenler, şu aralar içleri son derece rahat biçimde ‘‘Reel ücretler düşürülmeli’’ ‘‘Destekleme alım fiyatları reel olarak azaltılmalı’’, ‘‘Memura para verilmemeli’’ gibi şeyleri rahatlıkla söyleyebiliyorlar.
Bugünün Türkiye'sinde bana bu laflar bir hakaret gibi geliyor ama adlarının başında çeşitli bilimsel tanımlar olan kişiler de dahil olmak üzere birçok ‘‘uzman’’ bu lafları büyük bir hararetle savunabiliyor.
* * *
Bu tür insanları sadece belirli bir sınıfsal tanım almak ile suçlamak işin kolay yanı. Çünkü işin bir de görünürde objektif gibi olan ‘‘teknik’’ yanı da var.
Şimdi ben de teknisyen şapkamı kafama giysem ve Türkiye'ye sadece bu gözlükle baksam....
Önüme ekonominin denge hesapları geldiğinde, enflasyon düşürme hedefi doğrultusunda ben de onlar gibi konuşabilirim..
Ancak iktisat biliminin her denkleminin arkasında insan vardır.
Reel ücretler düşürülmeli dendiğinde ben önümdeki denklem hesabını değil, bugün iki kuruş parayı bir araya getirip yaşamaya çalışan milyonlarca aileyi düşünüyorum.
Destekleme alımlarıyla ilgili teknik açıdan rasyonel laf edildiğinde, tarımcılığı çökmek üzere olan, hayvancılığı ise ölmüş bu ülkede neredeyse anasından emdiği süt burnundan gelmiş milyonlarca insanın aileleri gözümün önüne geliyor.
Memur maaşı reel olarak düşürülsün denilince de geçinememek durumundan açlık çekmeye ‘‘terfi ettirilen’’ insanlar geliyor aklıma.
* * *
Peki ne yapacağız? Enflasyon düşürülmesin mi? Bu soruluyor hemen.
Tabii düşürülsün, çünkü bu memlekette enflasyon yıllardır emekleriyle geçinen insanlardan, sermayeye kaynak aktarılmak için kullanılmış bir sömürü mekanizmasıdır.
Ancak... İşin bir de ancak diye başlaması gereken yönü de var tabii ki.
Bu ülkede gelir dağılımının düzelmesini, bir orta sınıfın oluşmasını, demokrasinin en önemli ve olmazsa olmaz koşulunun da böylece sağlanmasını istiyorsak bize büyük bir eylem planı gerekiyor.
Türkiye önümüzdeki 10 yıl içinde ne yapacak? Hangi sektörlerde gelişme olması isteniyor? Yabancı sermaye ile hangi amaçlar doğrultusunda işbirliğine gidilecek, onlara yatırım alanları açılacak? Bu amaçlar doğrultusunda hangi eğitim, bilim dallarına öncelik verilecek? Gelir dağılımı hangi politikalarla hangi aşamalardan geçilerek düzeltilecek?
Bu sorulara cevap ancak bir plan, bir eylem stratejisi ile verilebilir.
Bu eylem stratejisi ortada bulunmadığı takdirde enflasyonla mücadele programındaki muhasebe mantıklı teknik doğruların uygulanması sonuçta sadece köylünün, işçinin ve memurun daha da fakirleştirilmesiyle sonuçlanacaktır.
Gidilecek nokta, hedefler belli değildir. İnsanlara ‘‘sabret’’ denilirken neden sabretmeleri, enflasyonla mücadele programında neden ‘‘üzerlerine düşenleri yapmaları gerektiği’’ anlatılamamaktadır. Sadece enflasyonu düşürmeye konsantre olmuş, geleceği planlamayan siyasetin sabretmesi istenen, omuzlarındaki yükün ağırlığı altında artık diz çökmek zorunda kalmış insanlara verebilecekleri bir gelecek umudu yoktur, çünkü planlı eylem programı yoktur.
Bu olmayınca da yıllardır tekrarlanan ‘‘sabret’’ masalını artık Türkiye'de kimse yutmamaktadır.
* * *
Planın, programın olmadığı ülkelerde bunların yerini spekülatif tahminler alır.
Spekülatif tahmin ortamı ise kendine özgü bir uzman türünü gerektirir.
Oradan oraya koşan, danışmanlıklar yapan, televizyonlara çıkıp konuşan, ancak para aldığı için kimlerin çıkarını savunduğunu açıklayamayan, ekonomi sayfaları borsa spekülasyon sayfasına dönüştürüldüğü için oralarda da kendilerine köşeler alan uzman türüdür bu.
Bunlar kendi yaşam tarzlarını borçlu oldukları düzeni gayet tabii savunmaya devam edecekler ancak burada söz konusu olan şey bu memleketin yakın dönemdeki geleceğinin ne olacağı.
Ben Türkiye'de mutlu insanların sayısının artmasını, bunların çoğunluk olmasını ve böylece benim de mutlu olabileceğim koşulların artık oluşmasını istiyorum.
Anlayacağınız bu yazıları sadece kişisel çıkarım için yazıyorum, başka nedenden değil.
(Cüneyt Ülsever'in Kanal 7'de bu akşam geç saatte yayınlanacak programında Osman Ulagay ve ben onun konuğu olarak bu konuları tartışacağız.)
Paylaş