Disney'e oh olsun

Şimdi yazıyı okumaya başlayınca eminim ki ‘‘Hoppala durup dururken bu da nereden çıktı’’ diye söyleneceksiniz. Aslında bu soruya verilecek cevabım yok. Olsaydı zaten o zaman da ben, ben olmazdım.Disneyland'e ben bundan 8 yıl önce gittim. Orlando, Florida'nın en ilginç suni şehirlerinden bir tanesi.Bir zamanlar bataklıkmış burası. Sonra Florida eyaleti Disney şirketinin kolonisi olmak istediğini açıkça beyan edince her şey değişivermiş.Bataklığın üzerine yollar yapmışlar.Ve tabii bütün yollar Disneyland'a çıkıyor, bundan hiç şüpheniz olmasın.Bana şimdi sorsanız ‘‘Yeryüzünde cehenmeme en çok benzeyen yer sence neresi?’’ diyeBen de size ‘‘Orlando şehri ve özellikle şehrin Disneyland'a yakın bölümü’’ diye cevap veririm.Nedenini tabii ki anlatacağım.Disneyland'a acayip turist geliyor. Bunların çoğunluğu da iç turistler, yani Amerikan aileleri.Yaptığım tespitlere göre Disneyland'ı gezip de buradan keyif alan insanların temel özellikleri şöyle:1- En azından üç çocuk sahibi olunacak.2- Çocukların her bir adeti dakikada 80 kelimeden az konuşmayacak.3- Anne ve babanın toplam kiloları 200'den aşağıya olmayacak.4- Yine anne ve babanın ortalama zeka yaşları 80 olacak.5- Aile saatte ortalama 20 kilo katı madde ve en azından 50 litre sıvı tüketme kapasitesine sahip olacak.* * *Bu tür insanları gözünüzün önüne getirin, sonra bunu 100 binle çarpın işte Disneyland'da bir tipik öğleden sonra gezen insanların çoğunluğu bunlardan oluşuyor.Üstüne üstlük bütün bu insanlar sizinle o kadar yakın mesafede bulunuyorlar ki parkın içinde, kendi dondurmanızı yalıyorum diye yanlışlıkla başka bir kişinin dondurmasını yemeye başlamanız hiç de şaşırtıcı olmaz.Dahası da var.Bütün bu insanlar Disneyland'da günde 8 saat geçiriyorlarsa bunun en fazla 1 saati şov izleyerek veya oyuncaklara binerek geçiyor.Geride kalan 7 saat boyunca devamlı bir yerlerde sırada bekliyorsunuz.Ben ilk gördüğüm sıraya girdiğimde şova girebilmem için yaklaşık 1 buçuk saat geçti.Sonra, o kadar bekledikten sonra ne oldu biliyor musunuz?Bir kayığa bindirdiler beni. O tipik ailelerden bir adedi de bindi benimle aynı kayığa.Ve mağara içinde dolaşmaya başladım.Mağarada en azından bir bin adet Disney bebeği vardı ve bunlar hep bir ağızdan ‘‘Dünya ne güzel ama değil mi’’ diye bir şey söylüyorlardı.Bunu mağaradan çıkıncaya kadar en azından bir 30 kez tekrarladılar.Ve ben o anda Disney şirketine acayip bir kin duymaya başladım.* * *Bundan birkaç yıl sonra orada oluşan kinimi teyit edebilecek başka bir fırsat buldum.New York'taki Times Square benim için son derece nostaljik bir mekândır.Burası 1970'li yıllarda dünyada var olan en tehlikeli bölgelerden bir tanesiydi.Times Square pezevenklerin, fahişelerin, esrarkeşlerin, katillerin, şizoid sapıkların kol gezdiği, genelevler ve seks dükkânları ile 24 saat porno oynatan sinemalarla dolu bir bölgeydi.Şimdi diyeceksiniz ki bunun nostalji olacak nesi var?Görmeniz gerekirdi orayı o zamanlar bunu anlamanız için.Times Square, Robert de Niro'nun oynadığı Taxi Driver'daki gibi, mistik ve Blade Runner filmindeki gibi sürreel bir havaya sahipti o yıllarda.Bugüne kadar yapılmış hiç birkorku ve macera filminde o dönemde Times Square'de aldığım hisleri almadım.Ve şimdi bu bölgeyi tamamen temizlediler.Bütün bu istenmeyen unsurlar oradan atıldı ve Times Square yukarda özelliklerini saydığım tipteki turistlere uygun hale getirildi. Yani aptallaştırıldı.En büyük sorumlu da tabii 42'inci caddeye bir büyük dükkân ve bir tiyatro ile damgasını vuran Disney.Bu tabii Disney'e duyduğum kini daha da artırdı.* * *Şimdi bütün bu abuklukları niye yazdığıma gelince.Önceki gün içimi olağanüstü rahatlatan bir haber okudum.Haberde Disney şirketinde alarma geçildiği, bütün teknisyenlerin piyasaya yeni çıkarılacak ‘Simba’s Pride' adlı, The Lion King'in devamı olarak yapılan çizgi filmi kare kare inceledikleri yazılmıştı.Meğerse daha önce gelen haberler doğruymuş.Hani bir süre önce Disney'e ait olan çizgi filmlerde bunu yaratan sanatçıların filmin içine gizli mesajlar yerleştirdikleri ve hatta cinsel imajlar kullandıkları söylenmişti.O dönemde Disney bütün bu söylentileri paranoyak safsatalar olarak nitelendirmişti.Meğer neler olmuş neler. Bakın sıralayım:- ‘‘The Little Mermaid’’ filminde ereksiyon halinde bir penis imajı yerleştirilmiş filmin içine.- ‘‘The Lion King’’ filminde bulutların havada ‘‘seks’’ kelimesini yazması sağlanmış.- ‘‘Who Framed Roger Rabbit’’te Jessica Rabbit bir sahnede donsuz gözüküyormuş.Tabii bunları yapanlar Disney'den ve onun sunduğu tamamen ahlaklı, temiz ve ortalama insana hitap eden imajdan benim gibi nefret eden Disney artistleri.Yani anlayacağınız şirketi içinden vuran ‘hainler’ de var.Bu nedenle Disney yetkilileri yeni filmlerinde başlarına bir daha böyle bir olay gelmemesi için var güçleriyle seferber olmuşlar.Bu arada beni en çok sevindiren şeyi de sona sakladım.‘‘Who Framed Roger Rabbit’’ filminin bir sahnesinde olayların geçtiği şehirdeki duvar yazıları ve resimleri arka planda gözüküyormuş.Bunlardan bir tanesi de filmin geçtiği şehrin genelevinin duvarındaki duvar yazılarıymış.Ancak buna dikkatle bakıldığında bunun aslında duvar yazısı değil de Disney şirketinin başkanı Michael Eisner'in evinin telefon numarası olduğu net olarak gözüküyormuş.Nasıl ama harika değil mi?Aptallaştıran kültürden alınan güzel bir öç bu ve insanın içi az da olsa rahatlıyor bunu okuyunca.
Yazarın Tüm Yazıları