DERYA Tuna'nın vurulması üzerine birkaç laf etmeyi düşünüyordum aslında.
Olaydan yola çıkarak üçlü ilişkiler, kıskançlık, maço kültürün dünyayı algılayış biçimi, medyanın olayı ele alışı konusunda birkaç gözlemim olacaktı güya.
Fakat yazının ana çatısını düşünmeye başladığımda bir şeyi fark ettim.
Olayda adı geçen insanlar umurumda bile değildi.
Onlara ne olduğu, birbirlerine neler yaptıkları, neler yaşadıkları hakkında içimde en ufak bir his yoktu. Aslında his yoktu lafı da yanlış oluyor, bir his vardı, o da bıkkınlıktı.
Evet bıkmıştım onlardan ve dramatik bir olaydan sonra içinde sadece bıkkınlık hissi yaşamakta olan bir insanın yazı yazması ise en azından yaralanan kişiye ayıp olacaktı.
*
Yanlış anlaşılmasın, bu insanların önemsiz olduklarını filan düşünmüyorum.
Yaşamlarımızda bir yer kapladıkları da tartışmasız.
Bu da beni rahatsız etmiyor; çünkü magazinin eğlence boyutuyla bir ihtiyaç olduğunu da düşünüyorum.
Yani televoleci kültür adıyla artık istihbarat birimlerini bile rahatsız edici boyutlara varmış olan şeyin dozunda bırakıldığında, bunun aslında bir oyun olduğu anlaşıldığında, ciddiye alınmadan eğlenmek için seyredildiğinde zararı da olmadığı kanısındayım.
*
Ancak galiba burada ‘‘dozunda bırakmak’’ kavramı önem kazanıyor.
Bu insanlar garip bir nedenden dolayı son derece özel ilişkilerini kamera karşısında bizlerle paylaşıyorlar uzun zamandır.
Türkiye'de eğlence piyasasında da ekmeğin aslanın ağzında olduğunu, o nedenle bu insanların belirli durumlarda olmayan yerde olay varmış gibi yaparak ilgiler yaratmak zorunda olduklarını biliyorum.
Yine dozunda kaldığında bunun bir sakıncası yok da İbrahim Tatlıses ve onunla bağlantılı hanım arkadaşları bu dozu aştılar bir süredir. Belki de oyun olarak başlattıkları, kontrol altında tutabileceklerini sandıkları birtakım ilişkiler kısırdöngü sarmalına düşerek büyüdükçe büyüdü ve girdap oluşturarak onları da içine aldı, bu da olabilir Ama sonunda magazin dünyasına ait olması ve bu yüzden de insanları eğlendirme boyutu ön planda olması gereken ilişkiler bir anda tatsızlaşmaya başladı.
İbo-Derya-Asena üçlemesi bir süredir bu tatsızlığı yaşatıyor bizlere.
Öyle uç noktaya çekildi ki kavgaları artık en azından ben bırakın eğlenmeyi hiçbir şey hissedemez oldum onlara olup bitene bakarken.
Bugün ona bir şey olmuş, yarın ona olur, bugün o sahneye çıkar yarın o çıkmaz, yarın o buna tokat atar, o onu döver sürer gider bütün bunlar ve ben eminim ki birçok insan da benim gibi gerçekten bir şey hissetmeden bakıyordur olan bitene.
Ben onları televizyonda çeşitli programlarda izlerken artık içimde eğlenmenin getirdiği bir coşkuyu hissetmiyorum. Çünkü trajik yaşamları var ve bu suratlarına, davranışlarına yansımış durumda.
*
Temelde eğlence programı olarak başlayan tüm magazin programları bence acıklı yaşamları göz önüne sermekten başka işe yaramıyor.
Konuşmasını bilmeyen zavallı kızcağızlar, herhalde hiç eğitim almamış olmalılar ki yontulmamış kalan adamlar konuşuyorlar, kavgalar ediyorlar bu programlarda ve insan bunları izlerken derin bir hüzün duyuyor.
Değer mi diye sorarsanız böyle üzülmeye, bilmem vallahi ama şov dünyasına ait olan insanların bile tüm yaşamlarının, birbirleriyle ilişkilerinin sonuç itibarıyla drama dönüşmüş olması da önemli.
Bu aslında toplumumuzda var olan derin tatsızlığın, hayattan zevk alamamanın bir eğlence programındaki yaşamlara bile nasıl sıçradığını, onları bile nasıl kapanına aldığını gösteriyor bana.
Derinde hüzün var bu toplumda ve eğlence oluşturmak için çırpınan insanlar da gayet tabii ki bu derin hüznün dışına ne yapsalar, ne kadar çırpınsalar bir türlü çıkamıyorlar.