Paylaş
Kemal Derviş geldi ve hükümetle görüşmeye başladı.
Mutlaka bazı talepler öne sürüyordur. Hakkıdır, yapsın tabii.
Ama bizim de bir şey talep etmeye hakkımız var ondan.
Ya pasaportunu teslim edecek ve ne olursa olsun üç sene memleketten çıkmama tahhüdünü verecek, ya da ona yurtdışına çıkış yasağı koyacağız.
Çünkü diyelim ki, o ekonomiden sorumlu bakan oldu.
Sonra diyelim ki, bir yıl sonra işler iyi gitmedi. Derviş, ‘‘Haydi bana eyvallah’’ deyip Washington'a geri dönebilir.
Eski işi onu bekliyor olacaktır. Üstelik dolar olarak maaş aldığı için de ‘‘no problem’’ yani arada geçen zaman.
Öyle yağma yok. Mutlaka burada bizimle kalmalı ve acı çekmeli. Bizim gibi aşırı stresten hızla sinir hastası olmalı, ülseri azmalı, zamları yutmalı, her gün haberleri okuyup, dinleyip sinirden kendi kendini yiyip bitirmeli.
Bunlar olmalı ki, almayı düşündüğü sorumluluğun hakkını verebilsin.
Üç yıl bu memleketin herkese verdiği acıları yaşadıktan sonra giderse gitsin Washington'a.
Biz bu ekonomiyi, istediği an mutlu yaşama geri dönecek bir insana teslim edemeyiz, bilmem derdimi anlatabiliyor muyum?
***
Washington deyince başka hatıralar geldi aklıma. Acaba hiç dönmese miydim oradan?
Ne olurdu bilemiyordum. Sinirlerim daha düzgün olurdu, bu kesin.
Bir de arada bir ciddi yazı yazmazdım mutlaka. Öteki Türkiye tartışmasını yaşamazdım, dini konularda düşünmezdim, ekonomi yazısı yazmazdım. Televoleci ekonomist yorumu dinleme azabından kurtulurdum.
Daha fazla suşi, Hint yemeği yerdim, daha güzel şarap içerdim ve aşağıdaki türden ‘‘terbiyesiz’’ yazılar yazarak hayatımı kazanırdım.
Önceki gün el konulan Ulusal Bank, Türkiye'nin 31'inci büyük bankasıymış.
Bu 31 rakamı bana güzel bir hatırayı çağrıştırdı. (Hayır, hayır hemen absürd sonuçlara atlamayın. Hızla ihtiyarlıyoruz dediysek o kadar da değil yani.)
Eskiden Ankara Koleji'nin basket maçlarında bizim takım 31'inci sayıyı attığında, biz bütün taraftarlar karşıdaki rakip takımın taraftarının oturduğu tribüne dönerek ‘‘İçinizde patlasın’’ diye bağırırdık.
Kusura bakmayın ama, bu 31'inci büyüklükte olduğu açıklanan bankanın da batmasından sonra ben yine kendimi tutamayıp ‘‘İçinizde patlasın’’ diye bağırdım.
Artık kim alınırsa alınsın, bilemem ben!
***
Yetkililerden bir ricam olacak.
Lütfen bir daha bugün var olan ekonomik durumu yorumlarken, ‘‘Kimse önünü göremiyor’’ cümlesini söylemeyin.
Bu lafı duyar duymaz bende yeni bir ‘‘penis’’ yazısı yazmak yolunda acayip istek beliriyor.
Bunu da yapamam, kendimi tutmak zorundayım; çünkü bu dünyada penis konusunda söylenebilecek her türlü şeyi söyledim ve konuyu bitirdim. İstesem de bir şey yazamıyorum yani.
Bu da stresimi artırıyor, tekrar Washington'a dönme isteğim kabarıyor, üstelik canım da acayip suşi istiyor.
Ciddi televizyon kanallarında ciddi programlar var.
Bunlarda genellikle üç kişi stüdyoda oturuyor ve yorumlar yapıyorlar.
Bunlardan bir tanesini geçenlerde izlerken ‘‘The Good, The Bad and The Ugly’’ (İyi, Kötü ve Çirkin) filmi aklıma geldi.
Clint baba ve diğerleri yerine bu üçü o filmde başrolü oynasalardı, filmin adını da ‘‘The Bad-1, The Bad-2 and The Ugly’’ diye değiştirmek gerekecekti.
Yani bu kadar da olmaz ya...
***
İşte buna benzer yazılar yazardım. Eve metroya binip gelirdim. Starbucks'tan kahvemi alıp, içi katastrofik haberlerle dolu olmayan gazeteler okurdum.
Ve daha da önemlisi, tam Kemal Derviş'e umudumu herkes gibi bağlamışken, onun bir zamanlar Yeni Demokrasi Hareketi partisine bulaşmış olduğu yolundaki son derece acıklı haberi duymazdım.
Biliyorsunuz, bu partinin lideri Cem Boyner, ilk seçimde partisinin oyların yüzde 45'ini alacağı tahminini yapmıştı.
Dün de Derviş'in Türkiye'deki ekonomik krizi çözeceği tahminini yaptı Boyner.
Aaaa, yetti ama artık be!
Paylaş