Paylaş
Abdullah'ın yargılanması nihayet bitti.
Bu davadan öğrenilecek çok şey vardı.
Bunları uzun zamandır not alıyordum. Daha önce bu konuya giremezdim çünkü biliyorsunuz ki sürmekte olan bir davada kararı etkileyebilecek herhangi bir şey yazmak doğru değildir.
Bizim medya dava süresince bu kurala uydu. Gazeteler, televizyon kanalları soğukkanlı, tarafsız yayınlarıyla sadece dava ile ilgili somut haber vermekle yetindiler.
Durum böyleyken benim kuralı bozup, sanki yorum yapıyormuşum gibi yazılar yazmam doğru olmazdı tabii ki.
Önceki gün kararın açıklanmasıyla bu kısıtlama kalktı üzerimdem.
İşte davanın bize öğrettikleri şeyler:
***
1- Bu memlekette Hukuk Fakülteleri'nde insanlara gerçekten çağdaş düzeyde bir eğitim veriliyor. Bence davanın en önemli sonuçlarından bir tanesi buydu. Hukuk Fakültesi'nde insanlara sadece hukuk bilimi, normları değil aynı zamanda felsefe, sosyoloji öğretiliyor. Olayları bilimsel soğukkanlılıkla değerlendirmek de bu fakültelerde insanlara aktarılan bir diğer faydalı bilgi. Bu sonuca ‘Müdahil avukat’ genel başlığı altında davaya katılan avukatları izleyerek vardım. Bunların istisnasız her biri olaylara yaklaşımlarındaki saygın tavır, bilimsel ciddiyet ve soğukkanlılıkla kendilerini belirginleştirdiler. Hepsi de davayı bir yanda çağdaş normlara uygun hukukçu kişilikleri ile takip ederken diğer yanda da her gece televizyon kanallarından türk halkına seslenerek davanın felsefi açıdan ele alınmasını da sağladılar. Bu avukatlar aynı zamanda ciddi birer bilim adamı olmalarının getirdiği sakinlikle olayları ele alırlarken davanın kamuoyunda sağlıklı bir şekilde tartışılabilmesi için de güzel bir zemin hazırlamış oldular.
Tabii olay sadece müdahil avukatlar ile sınırlı değil. Sanık avukatları da vardı bu mahkemede ve ben eminim ki onlar da aynen bu müdahil avukatlar gibi ciddi ve soğukkanlıydılar. Bunu tahminen söylüyorum çünkü gece haberlerinde onların fikirlerini duymak bir türlü nasip olmadı. Ama sonuçta onlar da aynı fakültelerden mezunlar ve diğer meslektaşlarıyla aynı hocalardan eğitim aldılar. Dolayısıyla sadece vakit darlığı nedeniyle onları duyamamış olmamız bu fikrimizi değiştirmemize yetecek bir olay değil.
***
2- Şehit yakınları arasında ciddi görüş ayrılıkları var. Ben davadan önce şehit ailelerinin üç aşağı beş yukarı aynı değerlendirmelerde bulunacağını düşünüyordum. Çünkü acılı yüreklerin başka türlü tavır almaları mümkün değildi. Ancak bizim televizyon kanalları anlaşılan benimle aynı fikirde değillerdi. Çünkü her gece üç veya dört farklı şehit ailesini ekrana getirerek onlara hislerini sordular. Onlar da tabii ki anlattılar ne düşündüklerini ve tabii ki hep aynı şeyi tekrarladılar. Dediğim gibi bu normaldi normal olmasına da, gazetecilerin niye onlara durmadan aynı şeyi tekrarlattırdıklarını anlayamadım ilk önce. Sonra anladım ki bu homojen görünümlü grup arasında da olaya yaklaşım konusunda aslında büyük farklılıklar olduğu söylentisi varmış Mudanya'da. Gazeteciler de dava konusunda farklı görüş beyan edebilecek bir aile aramaktaymışlar. Dava biraz uzasaydı ben eminim ki bu ailelerden de örnek bulacaklardı ama karar açıklanıncaya kadar ne yazık ki bunlar bulunamadı.
***
3- Tükenmez kalemin kırılması zor hatta imkánsız bir olay. Bu sonuca da davanın hemen bitiminde bir gazetede yer alan araştırmacı gazetecilik örneği nedeniyle ulaştım. Haberde muhabir arkadaşın, hákimin kararı okuduktan sonra ‘kırmadığı’ kalemi ele geçirdiği yazılıyordu. Haberde fotoğraf olarak da bir el tarafından tutulmakta olan kalem vardı. O gün bütün gazetelerde hákimin kararı okuduktan sonra kalemi neden kırmadığı yolunda çok esaslı teoriler, fikirler vardı. Hemen her konuda enteresan fikirleri olan müdahil avukatların bu konuda görüşüne başvurulmadığı için bu meselenin altında yatan bilimsel gerçek ortaya çıkarılamadı. Ancak bence bu kadar tartışmaya gerek yok. Resme bakarsanız hákimin kaleminin bir tükenmez kalem olduğunu görürsünüz. Tükenmez kalemin kırılması hem son derece zordur hem de bunun etrafı oldukça kirletmesi olasılığı büyüktür. Hákimin elinde bir kurşun kalem olsaydı bunu kırmaktan kaçınmayacağı kesindir.
***
4- Gelir seviyesi arttıkça insanlar eylem yapmaktan hoşlanmaz oluyorlar. Bu sonuca da şehit yakınlarını izlerken vardım. Bilmem siz de dikkat ettiniz mi ama ekrana gelen şehit aileleri hep başları örtülü, dar gelirli, özellikle de kırsal kesim kökenli insanlardı. Büyük şehirlerden özellikle de orta ve yüksek gelirli insanlardan kimse yoktu ortada. Sosyolojide bir teori vardır. Bu teori insanların kendilerini ne kadar direkt ilgilendirirse ilgilendirsin bir konuda fiilen eylem koymacı tavırlarının gelir düzeyleri arttıkça azaldığını anlatır. Son grup içinde de bu tür bir dinamiğin işlediği net olarak görülmekteydi.
Paylaş