Paylaş
Cumhuriyet tarihinde görülmüş en önemli davalardan bir tanesi salı günü ilk aşamasını tamamladı.
Dava süresince olayın medya tarafından ele alınışında bence bazı hatalar yapıldı.
Bunun böyle olduğunu, yanlışı bizzat yapanların da farkettiklerini dava sonuçlanır sonuçlanmaz gördük.
Kararın açıklanmasından bir gün sonra başta büyük gazeteler olmak üzere hemen hepsinde ‘artık soğukkanlı olunması’ çağrıları yapılmaktaydı köşe yazılarında.
Türkiye'nin geleceği açısından en iyi kararın alınması gerektiğini, devletin bu konuyu ele alırken soğukkanlılığı elden bırakmaması gerektiği vurgulandı bu önemli yazılarda.
Toplumsal ruh halimizin en iyi özetini ise Başbakan Bülent Ecevit yaptı.
Başbakan Ecevit Hürriyet Ankara temsilci yardımcısı Muharrem Sarıkaya ve dış politika yazarı Ferai Tınç'a verdiği özel demeçte idam kararıyla ilgili yargı sürecinin devam etiğini ve bir şey söylemek için erken olduğunu belirterek ‘Zamanın teskin edici etkisi vardır, onu beklememiz lazımdır’ dedi.
*
Başbakanın önemli tesbitinin de göstermiş olduğu gibi dava süresince hislerimiz doruk noktasına ulaştırıldı.
Sakin, soğukkanlı kararlar alınması gerekirken, bunun tam tersinin olabileceği bir ortam yaratıldı.
Daha önce de yazdım, başkaları da yazdı. Şehit aileleri için yüreğimiz yanıyor ancak bu davayla ilgili alınacak kararları sadece onların- bizim de yüreğimizde tamamen katıldığımız- öfkelerinin belirlemesi son derece yanlış olur.
Gazeteciler bunun farkına karar açıklandıktan sonra varmışlar gibi hareket ettiler dava sürerken
Dava süresince özellikle kamuoyu oluşturmada etkili olan televizyon kanalları her gece dört veya beş acılı şehit yakınını konuşturarak, müdahil avukatları ekrana getirerek, dava sonrasında ‘zamanın teskin edici sürecinin’ işlemesini çok zorlaştırdılar, belki de imkansız hale getirdiler.
Bir şehit ailesinin dava ile ilgili veya sanık ile ilgili hislerinin ne olacağı zaten bellidir. Hiç bir ailenin de farklı düşünmesi mümkün değdir. Onların ortak paydaları acı ve öfkedir.
Bunu hepimiz aslında paylaşıyoruz. Ancak bir yandan da Başbakanın işaret ettiği gibi ‘zamanın teskin edici etkisine ’ihtiyaç duyduğumuz da kesindir.
Ertuğrul Özkök'ün davanın başında yazdığı bir çok önemli yazıda işaret etmiş olduğu gibi bu ülkede şehit aileleri var ama evlatlarını askere göndermeye hazırlanan yüzbinlerce aile de var.
Geçmişte bazı acılar yaşandı ama evlatların geleceğini de düşünmek devletin görevi.
Bu görevin soğukkanlılıkla ülkemiz için hayırlısı ne olacaksa onun bulunarak yapılabilmesi gerekiyor.
Medya ‘Teskin edici’ olabilir ise devletin görevini yapması da daha kolaylaşacaktır.
Dava süresince yapılanlar medyanın bu görevini yapıp yapamayacağı konusunda insanda ne yazık ki şüphe yaratıyor.
*
Bir de şu konu var.
Her gece sempatimizin onlarla olduğu şehit aileleri ve onların avukatları ekrana getirildi.
Peki ama asıl önemli olan sanık avukatlarının ne söyleyecekleri değil midir?
Çünkü şehit ailelerinin ne diyeceklerini zaten biliyoruz, onlar bizim de hissettiğimiz duygular aslında.
Ama sanık avukatlarının diyecekleri de olacaktı mutlaka.
Bunları duymak mümkün olmadı.
Diyeceklerinden nefret edebiliriz..
Anlatacakları herşeye karşı çıkabiliriz...
Hatta öfke de duyabiliriz ama onları da duymamız gerekirdi diye düşünüyorum.
Onlara böyle söz hakkı verilmeyince davanın da sanki adil yapılmıyormuş gibi dış dünyada algılanmasına yönelik hava doğuyor. Eleştirmek için fırsat bekleyenler de bunu kullanıyorlar.
Onların söyleyeceklerinden korkmayacağımıza göre..
Dahası onlara söz verdirmenin yasaklanmış olması da mümkün olmadığına göre..
Tek açıklama ‘öfkeli ortam’ nedeniyle gazetecilerin buna cesaret edememiş olmaları kalıyor.
Öfkeli ortamın yaygınlaşmasında medyanın rolu kesin olduğundan sonuçta da bu feci bir kısır döngüye düşme anlamına geliyor.
*
‘Şeriatçi basın’ uzun zamandır Uğur Dündar ve Arena ekibi aleyhinde yayın yapıyor.
Ekibin eskiden kalmış vergi borcu olduğunu, bunu ödemedikleri belirtiliyor bu öfkeli yayınlarda.
Uğur Dündar gibi topluma malolmuş bir saygın ismin devlete vergi borcu riski altına girerek adını kirletmeyeceğinden ben emindim ama yine de sonuçta ortada bir iddia olduğu için sayın Dündar'ı aradım.
Tahmin ettiğm gibi olay tamamen bir iftiradan oluşuyor.
Elimde iki belge var.
Bunlardan ilki Arena programının ‘Orijinalliği, yaratıcılığı, kişinin bağımsız düşünce ve çabasının ürünü olması nedeniyle bir fikir ve sanat ürünü olduğunu’ belirten Kültür Bakanlığı'nın Uğur Dündar'a yollamış olduğu yazı.
Diğeri ise vergi dairesinden alınmış olan ‘ vadesi geçmiş borcunuzun olmadığı, ayrıca yargıya intikal etmiş ihtilaflı bir vergi borcu ve cezanızın bulunmadığı’nı bildiren yine Uğur Dündar'a yazılmış yazı.
‘Şeriatçi basın’ bu gibi karalamalarla basının saygın isimlerini dize getirip, ‘kale kazanacağını’ düşünüyorsa çok yanılıyor.
*
Murat Birsel'in 30 haziran 1999 çarşamba Sabah gazetesindeki köşesinde şu açıklama yer aldı:
‘Türkiye’de gazeteciler 10 yıldır reklama çıkıyor. Ben de daha önce reklama çıktım. O nedenle böyle bir tartışmanın başlayacağı aklımın ucundan geçmedi. Bu tartışmanın benim reklamda yer almamla başlamasını büyük bir iltifat olarak kabul ediyorum. Konunun açıklığa kavuşup bağlanmasına vesile olmaktan sadece mutlu olurum. Kendi payıma bundan böyle bu reklamda oynamayacağımı belirtir, bu vesileyle değerli zamanlarından ayırıp köşelerinde uyarıda bulunan bütün dost ve meslekdaşlara teşekkür eder, selam ve sevgiler sunarım.
Gazetecilerin reklama çıkmaları üzerine ilk yazıyı yazıp bir anlamda tartışmayı başlatıcı kişi olarak ben de tavrı nedeniyle Murat Birsel'e teşekkür ediyorum.
Onun bu açıklaması bile gazete yönetimlerinin bu tür konularda bir an önce bağlayıcı kararlar alarak, kuralları koymaları ve reklama çıkmak, dış promosyon gezilerine katılmak gibi sorunlu olabilecek kararları bizzat almaktan gazetecileri kurtarmaları gerektiğini bir daha gösterdi.
Paylaş