Paylaş
‘‘ÖTEKİ Türkiye’’ hakkında çıkan tartışma bana çok şey öğretti.
Gerçi bu öğrendiklerimin birçoğu ‘‘bilgi’’ olarak yeni şeyler değildi, ancak teorik düzeyde bildiğim bazı şeylerin böylesine çarpıcı bir şekilde teyit edilmiş olması bana yine de ilginç geldi.
Şu ana kadar yaşanan tartışmalardan edinmiş olduğum en büyük ders Türkiye'de gerçek anlamda düşünen insan sayısının hayli kısıtlı sayıda olduğudur.
Her okumayı yazmayı bilen, okuduğu kitaplardan alıntı yapan insan düşünür olamıyor gayet tabii ki.
Aydın bir insan olabilmenin olmazsa olmaz önkoşulu başka insanlar ve fikirler hakkında önyargısız olmaktır.
Kendiniz hakkında da önyargısız olacaksınız ayrıca. Kendinizi durmadan kafanızda var olan hayali bir formüle göre tanımlayıp, bu formüle uygun gelmeyen her şeyi, onlardan hiçbir şey öğrenmemek için durmadan çabalayarak reddetmemeyi de öğreneceksiniz.
Tanım bu şekilde yapıldığı an Türkiye'de entelektüel tartışma ortamının neden yıllardır sadece bazı isimlerin etrafında döndüğünü, yenilik olamadığını ve Allah gecinden versin ama bu insanlar da bir gün gelip yaşama veda edince düşünce ortamının neden tamamen kurumaya mahkûm olduğunu görebilirsiniz.
Genç kuşak YÖK düzeni altında yetişti. YÖK insanı gerçekten düşündürmemeye uğraşan, bunun için aktif mücadele veren sistemin adıdır ve YÖK düzeni altında üniversite okumuş gençlerin büyük bölümü de kaybedilmiş kuşaktır.
Bunların en zeki olanları da maalesef kolay para kazanacakları teknik alanlarda uzmanlaşıyorlar.
Kendilerini kurtarıyorlar diye onları suçlamam tabii ki imkánsız ama bu tavır da Türkiye'de sosyal bilimlerin geleceksiz olmasına gayet tabii ki büyük katkı yapıyor.
* * *
Düşündüğü iddia edilen insanlar hakkındaki yargımla ilgili bir küçük örnek vereyim.
Şu benim bir aralar büyük tartışma yaratan Beyaz Türkler meselesine bir bakalım.
Ben o yazının kendi üslup hatalarım nedeniyle yanlış anlaşılmış olabileceğini, o yazıda kendimi iyi anlatamamış olabileceğimi, Beyaz Türkler kavramı ile asıl kastettiğim şeyin ‘‘insanın kalbinin, zihninin beyaz olmasını, yani hangi sınıf ve hayat koşulunda olursa olsun önyargısız, yeniliğe açık insanları’’ anlatmaya çalıştığımı anlatıp duruyorum.
Şimdi gidin bakın cumartesi günü Hürriyet'te çıkan benimle yapılan mülakata.
Yine aynı şey soruluyor Beyaz Türkler hakında ve ben yine aynı açıklamayı yapıyorum.
Ama bu, bu kez de editörlerimi ikna etmeye yeterli olamıyor.
Yana Beyaz Türkler ile ilgili bir spot çıkmışlar ve ben sanki Beyaz Türk olarak bu altı milyon insanı kastediyormuşum gibi spotta yorum yapılmış.
Mantığı sürdürürseniz doğal sonucuna kadar, o zaman benim bütün tartışma boyunca 6 milyon insandan oluşan kitlenin ‘‘önyargısız insanlardan oluştuğunu’’ söylüyor olmam gerekiyor.
Oysa tartışmada kesinlikle söylememiş olduğum en net şey belki de bu.
İşte bu tavrı Türkiye'de değiştirmek galiba mümkün değil. Düşünen insan konumunda olan insanlar bizim ülkemizde maalesef çok önyargılı ve karşıdakilerini dinlemeye hiç de açık değiller.
Hem kendilerini bir formüle göre tanımlamışlar, hem de başkalarını kategorilere sokup duruyorlar hiç durmadan. Oysa formüller ve kategorilerin değişime açık olması gerekiyor ki hayatın dinamizmini en azından beynimizde yakalamaya çalışalım.
* * *
Bu noktaya haddinden fazla yer verdiğimi biliyorum ama bence hata olan bu davranışı yapan insanları tanıyor ve seviyorum.
Dolayısıyla bu eleştirimi arkadaşlar arasında bir tartışma olarak görmeleri dileğimdir.
Çıkan tartışmada başka şeyler de öğrendim tabii ki.
Şöylesine yaygın bir tavır var; bazı yazarlar Türkiye'de fakirler olmasını o fakir insanların suçu olarak görüyorlar.
‘‘Para kazanmasını bilmiyorsan, para kazanamaz ve fakir kalırsın’’ diye formüle ediliyor bu.
Sosyal içerikli olmaya çalışan yazarlar ise aynı tavrı ‘‘Haklar onu kullanmayı bilenler için vardır, haklarını kullanamıyorsan bunda suçlanacak tek insan haklarını kullanmayı bilemeyen insandır’’ diyerek sürdürüyorlar.
İlk formülasyon ise televoleci iktisatçılardan bir tanesine ait.
Aynı televoleci, dünyada artık sınıfların kalmadığını da düşünüyor.
Her zaman söylerim şimdi de kendimi tekrar etmem gerekiyor. Bir insan Adam Smith, Ricardo ve Marx'ı anlayarak okumadan katiyen iktisatçı olamaz.
Olsa olsa banka danışmanı olabilir.
Sınıf kavramını mahalle bakkalının yaşam biçimine bakarak yok saymak bugün birazcık düşünmesini bilen bir insanın kahkahalarla güleceği bir entelektüel intihar biçimidir.
Bu ve bunun gibi yazan televoleci iktisatçıların Türkiye gerçeğini neden kavramakta zorluk çektikleri şimdi anlaşıldı.
Ben bunların kötü niyetli olduğunu zannediyordum, yanılmışım. Türkiye gibi sınıfsal dinamiklerin bu derece yoğun yaşandığı bir ülkede, sosyal bilimin en önemli kavramını yok saymak gibi bir meseleleri var bu insanların.
Onun için onlarla tartışmak galiba vakit kaybından başka da bir şey değil.
Paylaş