Paylaş
Birçok yazı konusu birikti. Aslında istesem bunların herbirini birer köşe dolduracak şekilde uzatabilirim.
Ben geçirmekte olduğum feci bir mesleki deformasyon nedeniyle her konuyu orasından burasından çekip tam tamına bu köşeyi dolduracak şekilde yazma konusunda uzman oldum.
Bu bir açıdan iyi, bir açıdan da kötü. Çünkü ‘‘Demirel’’ denilince de bu uzunlukta yazıyorum, ‘‘Hegel'in düşünce sistematiğinde estetiğin rolü’’ denilince de yazım bu uzunlukta bitiveriyor.
Üstelik ikisinde de konu hakkında denilebilecek her şeyi en mükemmel anlamda söylemiş gibi hissediyorum kendimi.
Bakalım, inşallah geçer bir gün bu hastalık.
Bu arada uzmanlığımı göstermek yerine, bugün aklımda olan birkaç konuyu alt alta yazmak istiyorum.
Asıl konulara geçmeden önce şunu da belirtmeliyim. Geçen akşam tamamen bir tesadüf sonucunda, televizyonda şarkısıyla insanları intihara süreklediği söylenen adamın klibini izledim.
Denilen kesinlikle doğru. İnsan şarkıyı dinledikten sonra, bu kadar çirkin bir şarkının söylenebildiği ve dinlenebildiği bir dünyada yaşamanın anlamsız olduğunu elinde olmadan düşünmeye başlıyor. Dolayısıyla azıcık rasyonalitesi kalmış her insan bu şarkıdan sonra hayata küsebilir, bu normal.
***
Bir şeyi fark ettim. Süleyman Demirel, demokrasi teorisindeki gelişmeleri yaklaşık 200 küsur yıllık bir gecikmeyle izlemekte.
Dün bizim gazetede yer aldı, farklı ırktan insanları asimile edemiyorsan ‘‘vatandaşlık’’ kavramına sahip çıkacaksın demiş Cumhurbaşkanı.
Demirel'in demokrasi teorisindeki gelişmeleri bu kadar büyük bir hızla özümseyip algılaması, bizim demokrasimizin geleceği hakkında bana büyük ümitler verdi, yemin ediyorum.
Aslında Demirel'in bu şekilde demeçler vermesi eğitici de oluyor.
Örneğin, büyük çoğunluk gibi ben de farklı ırktan insanlara vatandaşlık hakkı tanımak yerine onları iyice bir sopalamanın çok daha hızlı sonuçlar vereceğini düşünüyordum.
Örneğin, bir Kürt'ü alacaksın, ‘‘Lanet olsun lan, ben bir Laz'ım, tamam kabul ediyorum’’ deyinceye kadar döveceksin. Biz, Demirel'in demecinden önce demokrasi teorisinin konu hakkında bunu dediğini tahmin ediyorduk. Yanılmışız...
***
Bu köşede devamlı fikir bildirmem yetmiyor, arada bir Genel Yayın Yönetmeni'ne de telefonlar açıp çeşitli konularda benden kesinlikle talep edilmeyen görüşlerimi anlatıyorum.
Pazar akşamı telefon açıp İran'da seçim sonuçlarına bakılarak yanılınmaması gerektiğini, reformcular denilen hareketin diğerlerinden çok da önemli bir farkı olmadığını söyledim.
Genel Yayın Yönetmeni, ‘‘Ben bunun böyle olduğu kanaatinde değilim’’ dedi.
Evet aynen ‘‘kanaat’’ dedi.
Bu kelime bana 21 yıl önce asistanlık yaparken kürsü profesörünün evinde yediğimiz bir yemekte duyduğum terörü hatırlattı.
Güzel güzel rakıları çekerken, profesör bana döndü ve ‘‘Serdar Bey, bir bardak daha alkol alır mısınız’’ dedi.
Rakıya alkol demekle içki içmemi tamamen engelledi.
Genel Yayın Yönetmeni de ‘‘Benim kanaatim bu’’ deyince aynen o gün profesörün karşısında duyduğum hisleri duydum.
Tartışmaktan tamamen vazgeçtim. Ve evet ben de o dakikadan itibaren, reformcuların seçilmesiyle birlikte İran'daki rejimin ‘‘çatır çatır yıkılmakta’’ olduğunu düşünüyorum artık.
***
Sadece geçen haftanın değil, bence 100 yılın gazetecilik olayını Reha Muhtar gerçekleştirdi.
Eski sinema sanatçılarının düştüğü durumları tartışırken Türkan Şoray canlı yayında bağlandı.
Kadıncağız ne kadar gayret etse de bu konu hakkında yeterince duyarlı gözükemiyor.
Reha baktı ki olacak gibi değil, Şoray'a aynen ‘‘Haydi şu titreyen dudaklarınla ne kadar üzüldüğünü anlatsana’’ dedi.
Ben Türkiye'de herhangi olayın, bir gazeteci tarafından böyle tek bir cümleyle anında afişe edilip, ipliğinin pazara çıkarıldığına hayatımda ilk kez şahit oldum.
Bravo Reha... Cumhurbaşkanı Demirel'le de bir mülakat yapıp ona da böyle davransana Allah aşkına...
Paylaş