Paylaş
Küçüklüğümün en travmatik günleri, ilkokulda düzenlenen ‘‘Yerli Mallarını Anma Günleri’’nde geçmiştir.
O zamanlar incirden hoşlanmazdım; öğretmen dövmesin, beni sevsin, vatan kurtulsun diye kilolarca incir yedim.
Liseye geldiğimde azılı solcu olmamda da o günlerin büyük rolü oldu.
Dünyada hiçbir sistem, ülke ekonomisi kalkınsın diye 10 yaşındaki veletlerine zorla meyve-sebze yedirmez. Devletin temelde bir baskı aygıtı olduğunu, ben henüz 10 yaşımda anlamıştım anlayacağınız.
Vücut şeklimim Robusto purolara benzemesinde de o günlerin katkısı küçümsenecek gibi değildir.
Memleketi emperyalistlere teslim etmeyelim diye incir, fındık, fıstık yemekten, Yaşar Kemal'in romanlarında nazikçe ‘‘Toraman’’ diye adlandırılabilecek insan tipolojisinin en tipik örneğini oluşturdum.
***
Dolayısıyla o günlerden beri, herhangi bir ulvi amaç için bana bir tür yemek empoze etmeye çalışanlardan hiç hoşlanmam.
Bir ara mercimekle yaptılar bunu.
İyi besili bir sığırın bifteğiyle mercimeğin hemen hemen aynı lezzette olduğunu anlatan bilimsel makaleler bile yayınlattılar o dönemde.
Sonra bir de çayda üretim fazlası oldu. Daha doğrusu talep azalmıştı, radyasyon var diye çayda.
Yine bize zorla çay içirmeye çalıştılar. Hatta dönemim bakanı, vatan için kendini feda etti ve bir basın toplantısında çayımızda radyasyon olmadığını ispat etmek için üst üste ben diyeyim 10, siz deyin 15 bardak çay içti.
Toplantı bittiğinde, vatanı aynen o bakan kadar ve belki de daha fazla seven basın mensuplarından hiçbirisi ilk çayına bile dokunmamıştı.
Bakan buna kızgınlığından mı yoksa aşırı radyasyon yüklemesinden mi nedir bilemem ama, toplantıdan sonra koridorda yürürken çevresine yeşil bir ışık saçıyordu.
***
Şimdi de patates işi çıktı başımıza.
Bunun olacağını ben 1985 yılından itibaren biliyordum.
O zaman Güneş Gazetesi Ankara bürosunda ekonomi muhabiriydim.
Genel Yayın Yönetmenimiz Güneri Cıvaoğlu bir gün Ankara'ya geldi. Tarım Bakanı'yla görüşecekti.
Turgut Özal'ın hızlı dönemi o günler, Bakan Hüsnü de onun akrabası, çok iyi anlaşıyorlar. Aynı kafadalar.
Bakan birtakım tohumlar getirmiş, denetlemeye başlamış alanda.
Güneri Bey beni de yanına aldı, bakanın makamına gittik.
Buna belki inanmayacaksınız ama, konu o gün de patatesti.
Yani sadece bu tekrardan dolayı bile diyalektik materyalizmin, Türkiye'deki tuhaf tarihi gelişimi açıklamakta uygun bir yöntem olacağını söyleyenler şiddetle kınanmalı!
Odaya girdiğimizde ne olduğumuzu şaşırdık. Bakanın masasının üstü, aynen kendisinin kafasının büyüklüğünde olan patateslerle doluydu.
Onun kafası da Başbakan Turgut Özal'ın ‘‘Bizim Hüsnü'nün kafası biraz büyüktür’’ diye bir gün aniden demeç vermesiyle siyasi tarihimize geçmişti; siz düşünün artık o patateslerin büyüklüğünü.
Üstelik hepsi de Uzay Yolu dizisindeki gibi, çok ama epeyce çok uzak bir gezegende yaşaması belki mümkün olabilecek yaratıklar kadar da tuhaf şekillerdeydiler.
Kötü korku filmlerinin ustası Roger Corman bu patatesleri görse, yemin ediyorum onlarla en azından dört ayrı film çekerdi hiç zorlanmadan.
İşte bizim memlekette patates üretiminin aşırı artacağı daha o günden belli olmuştu.
Çünkü tohumların gelmesiyle, bir alınan yerden dört verim alınmaya başlanmıştı.
***
Ekonomide ‘‘planlama’’ olmalı diyenler, gözü kanlı ihtilalci komünist ve hatta Maoist olarak damgalandığından, adı Devlet Planlama Teşkilatı olan kuruluş da sadece lumpenburjuvazi yaratmak için teşvik dağıtmakla meşgul olmaya başlağından, kimsenin üretilen patatesin ne kadar olduğu, tüketimin ne kadar olduğu konusunda fazla bir bilgisi de yoktu.
Sonunda doğal olarak bugünlere gelindi.
Şimdi yine bakan demeçler veriyor, ‘‘Biz evde sürekli, sabah-akşam patates yiyoruz, size de tavsiye ederim’’ diyor.
Yemezler. Yetti ama artık bu arabesk ‘‘Vatan için şunu bunu ye’’ muhabbeti.
Pazar günü bu konuya kesin çözüm getirecek yöntemi anlatmayı düşünüyorum, haberiniz olsun.
Paylaş