Çayır Otel'den notlar

Haberin Devamı

Yapacak bir şey yok. Gündem belli ve ben de bu gündemin içinde kalmak zorundayım. Eskiden böyle şeylere önem vermezdim ama ne yapayım, ilk kez böyle bir büyük felaketi yaşıyoruz. İnşallah bu da son olur.

Dışarıda uyumaya çalıştığımız üçüncü gecedeyiz.

Buraya ÇayırOtel adını taktık.

Uyumak zor hatta imkánsız. Benim zulamda rakı var, arada çekiyorum.

Huzurlu bir uyku uyumam imkánsız olduğundan tek umudum sızmak. Sızarken de huzursuz olacağım, biliyorum, ama olsun bayılmaktan başka çare yok gerçekten kopabilmek için.

Gruptaki kadınlar uyumamaya karar vermişler, bize kınayan bakışlar atıyorlar.

Çok içtiğimiz için aleyhimizde konuşuyorlar.

Erkekler daha sessiz, içkiye dalmışlar.

Arada biz de kendi aleyhimize konuşanlar aleyhine konuşuyoruz.

Depremlerin önceden tahmin edilip edilemeyeceği tartışılıyor bir ara.

Ben ‘Vallahi Batı’da tahmin edemiyorlar ama yine de tedbir alıyorlar. Bizimkiler ise tuhaf bir yetenekle mutlaka tahmin ediyorlardır ama tedbir almıyorlardır' dedim.

Başka zamanlarda anlamsız kaçabilecek bu derin düşüncem o gece topluluktan yüzde 100 destek gördü.

Sonra yıllardır bizi yönetmek iddiasında olan insanların ne kadar da aşağılık olduklarını tartıştık bir süre.

Herkes hemfikirdi bu konuda aslında.

Aramızdaki tek görüş ayrılığı bu insanlara karşı duyduğumuz tepkinin boyutlarındaydı. Ben tiksiniyordum onlardan. Bazılarımız ise insana sadece kötülük yapmayı iyi becerebilen bir siyasi yapılanmanın alçakça bir şey olduğunu düşünüyordu.

Sonra lider bozuntusu isimleri saydık tek tek.

Yıllardır siyasetçiyim diye, lider diye ortada dolaşıp iflahımızı kesen bazı utanmazları hatırladık.

İyice bir andık onları. Anmak ki ne anmak, bir yazabilsem şurada dediklerimi helal olsun deyip altına imza atarsınız biliyorum,

O gece itfaiye düdüğü gibi çınlamıştır mutlaka kulakları.

* * *

Sızma vaktimin geldiğini hissetmekteydim.

Hayatta olumlu tek bir şeyi bile başarmaktan aciz olan ama, olumsuzluk, kötülük söz konusu olduğunda da müthiş yetenekli kesilen hükümetleri, lider bozuntularını hatırladım ve nefret nedeniyle tekrar ayıldım.

Hani kalp bazen şöyle bir iki vuruş tekler ya, onları hatırlayınca öyle oluyor bana işte.

Bu şekilde uyuyabilmem mümkün değildi.

Güzel bir şeyler, beni uyutacak bir şeyler düşünmem gerekiyordu.

Gözümü kapıyorum aklıma, bebekler, kızlar, beceriksiz devletin ölüme terk ettiği insanlar geliyor.

* * *

Çıldıracağım herhalde.

Bir şey bulmalıyım dikkatimi dağıtacak.

Ve oley! Manzara küt diye düştü beynime.

Birden yazısını hatırladım genel yayın yönetmeninin. Deprem gecesi otel odasında yalnız uyurken, sallantı başlayınca ayağa kalkmaya uğraşmış, kalmış ve küt diye düşüvermiş yere.

Bunu hatırlar hatırlamaz ancak üç gün aç kaldıktan sonra aniden bir büyük karışık pizza ikram edilen insanın yüzünde görülebilecek bir gülümseme yayıldı yüzüme.

İnsana bu depremi bile güzel gösterebilecek harika bir olaydı bu.

Onu yere düşerken, şortlu ve tişörtlü haliyle defalarca yavaş çekimde hayal ettim.

Düşerken suratına da şaşkın bir ifade yerleşmiştir mutlaka.

‘Ben Hürriyet’in genel yayın yönetmeniyim, ben nasıl olur da düşerim. Düşmek sıradan insanlara özgüdür' diye de düşünmüştür, eminim.

* * *

Birden büyük bir fırsatı kaçırmış olduğumu düşündüm.

Deprem gecesi o evinde olsaydı her şey çok daha muhteşem olurdu.

Şansız bazı gelişmeler sonucunda ben genel yayın yönetmeniyle mahalle komşusuyum.

O gece herkes üzerinde ne varsa öyle fırlamıştı sokağa.

Düşündüm de genel yayın yönetmenini uyuduğu kıyafetiyle sokak ortasında dolaşırken görmek enteresan olabilirdi. Bu iki nedenle de tarihi bir olay olurdu:

1- Genel yayın yönetmeni sokakta iki adımdan fazla yürümüyor. O gece bunu en azından altı veya yedi adıma çıkaracaktı mecburen.

2- Genel yayın yönetmeni biz sıradan insanların karşısına üstünde her zaman tamamen ütülü gömlek, ütülü pantolon, şık ceket ve şık kravat olmadan çıkamıyor. Kıyafetleri kendisinden bağımsız bir yaşama sahip gibiler. O adım atarken adeta kıyafeti vücuduyla diyalog kuruyor ve bir tür amatör manken edası yerleşiyor üstüne. Birazcık da öne eğilerek yürüse İngiliz kolonyal bölge valisine benzeyecek. İşte bu nedenle o gece onu yarı-sivil olarak sokakta görüp ‘işte nihayet kral çıplak’ diye bağırabilmeyi çok isterdim.

* * *

Sonra yine panikledim.

Ya o gece dışarıya fırladığımızda da o saatte onu yine tam takım giyimli halde görseydim nasıl da paniklerdim, o aklıma geldi.

Zaten onun 24 saat tam teşekküllü yönetici olduğuna inanıyorum. Yatma vakti gelince akşamki takım elbisesini değiştirip, yeni bir takım elbise giyiyordur mutlaka.

Sonra da ünlü gizli ajan Flint gibi tek gözü açık olarak uyuyup, 24 saatlik aktif yöneticilik görevinin sabaha karşı vardiyasına başlıyordur.

Zaten bunların gerçek olduğuna eminim.

Bir de orda kendisini şık halde görseydim o halde, herhalde şak diye düşüp bayılırdım.

Sonra uyumuşum.

Sabah evde Rana birden ağlamaya başladı, ne yapacağımı şaşırdım.

Yürüyüşe çıktık açılsın biraz diye.

Atatürk Kültür Merkezi önünde yardım için malları yükleyen genç kızları, adamları gördük.

Bu sefer de ben kendimi tutamadım.

Bu lider bozuntuları bu güzel insanlara katiyen layık değil. Yemin ediyorum yazık ettiler bu insanlara.

Ağlamak insanı azıcık rahatlatıyor.

Yazarın Tüm Yazıları