Paylaş
BİRKAÇ gündür sürdürmekte olduğum konuya başlamadan önce son derece zor bir konuya girdiğimi biliyordum.
Yazdıkça meselenin tahminimden çok daha girift olduğunu gördüm. Her cümleyi yazarken yeniden düşündüm, kendi yazdıklarım beni yeni fikirlere götürdü.
Ayrıca son derece riskli bir konuydu bu, bunu da biliyordum.
Dahası, konuları yakından bilen insanlar tarafından uyarıldım da olabilecek riskler konusunda.
Örneğin, benim bilmediğim bir álemi yakından tanıyan bir uzman, ‘‘İslami kesim içinde bazı insanların bu yazıları kullanacağına’’ dikkatimi çekti.
Bu gerçekleşti.
Başka insanlar, ‘‘Laik kesime yükleniyorsun, peki ama karşı taraf çok mu suçsuz olan bitenden. Anlaşamama durumunda onların da payı hiç olmadı mı?’’ dedi bana.
Hiç olmaz mı, tabii ki biliyorum bunu da.
Ancak Türkiye'de bir tane daha ‘‘dinci kesimin suçları, hataları’’ üzerine yazı yazılmasında bence hiçbir fayda yok.
Burada önemli olan, nasıl ‘‘laik’’ diye anlatılan kesim homojen değilse, ‘‘dinci’’ olarak adlandırılan kesimin de homojen olmadığını kavrayabilmektir.
Suçlamalara giden yazılar yazmak kolay; çünkü suçlayıcı tespitler, hedef seçilen kitlenin ‘‘tek tipe indirgenmesini, basitleştirilmesini’’ gerektiriyor.
Halbuki bugün ‘‘dinci’’ olarak nitelendirilen kesimde nasıl ki diyaloğu reddedenler varsa, diyaloğu nasıl kurarız diye düşünenler de var. Ve onlar fikir üretiyorlar.
Bunu görmek gerek.
Ben tabii ki, ait olduğumu söylediğim kendi cemaatime yönelik eleştirilere ağırlık verecektim.
Çünkü yazdıklarım bir anlamda kendimle de hesaplaşmamın bir sonucudur. Bu nedenle eleştiride tek tarafa yükleniyormuşum görünümü ortaya çıkması da doğaldır.
* * *
Tabii ‘‘laik’’ diye adlandırılan kendi cemaatime yönelik eleştiri getirirken, ister istemez benim de onları bir tür homojenleştirme işlemine tabi tuttuğumu görüyorum şu anda.
Bir anlamda basitleştirdim laik kesimin tavrını ben de.
Ancak getirdiğim eleştiriler buna rağmen bence geçerliliğini koruyor. ‘‘Dinci’’ diye adlandırılan kesimin bir bölümünde diyaloğa girme arayışları teorik düzeyde yapılıyor. Bu, şu anda diyaloğu reddeder gibi tavırlar alan kesimi de yakında mutlaka bir şekilde etkileyecektir.
Laik kesimde ise tavır çok daha sert. Burada ideoloji çok daha güçlü olduğundan, insanlar kolay kolay ideolojik hapishanelerinin dışına çıkmayı istemiyorlar.
Laik kesimde bu yüzden diyalog isteği pek gözükmüyor ve olası bir diyalog ortamına da entelektüel düzeyde hazırlıklı değiller.
Dün dediğim gibi, bu çok tehlikeli bir durum; çünkü olması gereken diyalogda bir taraf entelektüel olarak zayıf kalırsa, diğer taraf ‘‘konuşmayı’’ kendi denetimine kolayca alır. Bu da bizim isteyebileceğimiz bir Türkiye yaratılması fikrine tamamen karşıt bir gelişme olur.
Bu tespitlerimin doğru olduğuna hálá inanmakla birlikte ‘‘laik’’ kesimde karşı tarafla ilgili duyulan bazı korkuların belirli nedenleri olduğunu, bunun ‘‘dinci’’ kesim içinde diyalog kurma isteklisi olmayan kesimden kaynaklandığını, bu haklı korkuyu geçirecek adımların ortada pek görünmediğini de biliyorum.
* * *
Peki ne yapacağız? Hep korkuyla ve önyargıyla mı yaşayacağız?
Bu mümkün değil; çünkü kendi tarihi ve diniyle uzlaşmaz gibi tavır alan bir toplumun sağlıklı olabilmesi tarihte görülmemiş.
Bu yazılar sürerken Sayın Taha Akyol ile telefonda birkaç kez uzunca sohbet ettim. Çok yararlı oldu bazı eleştirileri.
Ben tam işin içinden çıkmamın zorlaştığını hissettiğim an Sayın Akyol bana ‘‘melezleşme’’ kavramını hatırlattı.
Galiba Sayın Nilüfer Göle tarafından fikir dünyasına hediye edilen bir kavram bu.
2-4 Kasım 2000 tarihinde Eskişehir'de 3. Ulusal Sosyoloji Kongresi yapıldı. Sayın Akyol bunun açılış konuşmasını bana fakslattı.
Bakın Prof. Birsen Gökçe ne diyor orada: ‘‘...Artık ak-kara görünümünde olan geleneksel-modern ayrımı ortadan kalkıyor. Geleceğin sosyolojisi, klasik sosyolojinin ikili sınıflamalarına karşı çıkıyor. Saflığın yerini melezlik kavramı alıyor.’’
İşte bu çok önemli. En azından ben aramakta olduğum kavramı bulmuş durumdayım şu an.
Evet, hepimiz melezleşmek zorundayız.
Özellikle Türkiye gibi bir toplumda bu kesin zorunlu.
Artık kimse, hangi görüşten olursa olsun sadece kendi dediğinin doğru, başkalarınınkinin tamamen yanlış olduğunu düşünemeyecek. Çünkü gerçeklik buna izin vermiyor zaten.
Melezleşmek, insanın kendi ilkelerinden, doğrularından taviz vermesini gerektirmiyor.
Sadece modern dünyanın zenginliğini kendi inançları doğrultusunda kapsamayı, bir anlamda hayatı kavramayı anlatan bir kavram melezleşme.
‘‘Dinci’’ diye adlandırılan kesimde diyalog kurma arayışları, bir şeylere varma arayışlarını yapan insanlar, aslında melezleşme sürecini çoktan başlattılar. Bu anlamda onlar modern insan.
Şimdi sıra ‘‘bizimkilerde’’. Kendi melezleşme sürecimizin entelektüel tabanını oluşturmaya hemen başlamazsak bundan sadece ülkemiz zarar görür.
Paylaş