Paylaş
Şimdi bir ifşaatta bulunacağım.
44 yaşında bir adam için bunu söylemek acı oluyor ama ben Genel Yayın Yönetmeni'nden zaman zaman azar işiten bir bordro mahkûmuyum. Gerçi son zamana kadar bu öyle sık sık olan bir şey değildi.
Senede bir, bilemediniz iki kez olurdu bu.
Şimdi düşünüyorum da muhtemelen ben bu azarları hak etmiş de olabilirim.
Yani bizim Genel Yayın Yönetmeni öyle sık sık parlayan bir adam değildir.
Çok sinirlendiği zaman bile hislerini kontrol altına alır. İçine atar duygularını.
Zaten sadece yağsız peynir, diyet kırıkkırak ve diyet kolayla yaşamasına rağmen kolesterolünün hálá geometrik hızla artmaya inat etmesinin tek nedeni de budur.
Dolayısıyla o bile sonunda bir insana bağırmak zorunda kalıyorsa bunun sorumlusunun o olmadığı, asıl sorumlunun bağırılan kişi olduğu da hemen hemen kesindir.
***
Gerçi bu olaylardan 24 saat kadar sonra telefon açar Genel Yayın Yönetmeni.
Ve ‘‘Hayatta direkt olarak bağırabildiğim, içimi dökebildiğim iki kişi var, bir tanesi de sensin’’ der.
Diğer şanslı kişinin ismini açıklamayacağım çünkü açıklarsam biliyorum ki diğer insanlar onu da kıskanacaklar, onun konumuna imreneceklerdir. Yani bu şeref de bana yetmeli ama değil mi.
Ben böyle düşünüyorum bilmem haksız mıyım?
Zaten o telefonlardan sonra bana bu şerefi bahşetmiş olduğu, benim gibi önemsiz bir insanı bağırmalarına muhatap ederek onurlandırdığı için ona sonsuz şükranlarımı sunarım hep.
***
Buna alışmıştım ben.
Hatta ne zaman bağırmanın yaşanacağını da oldukça kesin olarak tahmin etmeye başlamıştım.
Açıkça söyleyeyim, planlı ve programlı olarak onun damarına basmaktan zevk alırım ve ne zaman patlayacağını da bilirim.
Bu kolesterolüne de etki yapıyor biliyorum ama her görevin bir riski var ne yapalım o da buna katlanacak.
Bu uğurda ölmek de var ama dönmek yok!
***
Durum böyleyken, yani her şey rutine binmiş giderken son haftalarda bir değişiklik olmaya başladı.
Birkaç haftadır bu azarlamalar gündelik hale geldi.
Hatta bazen (örneğin geçen pazar) hızını alamıyor, üç kez üst üste telefon açıp sinirli bir şekilde konuşuyor.
Hayır, son haftalarda ne yaptım, kabahatim ne onu da bilmiyorum ki!
Yazdıklarıma baktım bence bir vukuat yok. Sadece medyada etik sorununa yoğunlaşmışım.
Aklı başında yazılar bile yazmışım.
Sinirlendiği zaman, bu sık sık olmadığı için rasyonel bir şekilde anlatamıyor aklındakileri.
O nedenle sinirinin nedenini tam keşfedemedim.
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Bir daha soruyorum.
Bilmem anlatabiliyor muyum?
***
Bu konuşmalarımızdan bir tanesinde ‘‘Senin gibi genç bir insanın böyle her konuda fikri olması doğru değil’’ dedi.
Ben de kendisine 44 yaşında olduğumu hatırlattım ve genç olmaktan ne zaman kurtulabileceğimi sordum.
Ayrıca ‘‘fikir üretme’’ yaşına ne zaman geleceğimi, bunun ideal yaşının ne olduğunu da öğrenmek istedim.
Ölmeden önce bu ideal konuma ulaşıp ulaşamayacağımı sordum ona.
Dahası kendisinin 41 yaşındayken genel yayın yönetmeni olduğunu, bana dediği gibi fikir üretme yaşı 44'te bile başlamıyorsa kendisinin bu çelişkiyi nasıl çözebildiğini de sordum.
Tabii buna da sinirlendi.
***
Sonra gerçek ortaya çıktı.
Uzun zamandır birlikte çalıştığımız için o beni hálá gencecik bir insan gibi görüyormuş.
Bunu da şöyle açıkladı: ‘‘Sen o Teneke Trampet filmindeki çocuk gibisin benim için. Hani o hiç büyümeden ihtiyarlayan çocuk var ya, işte o sensin’’ dedi.
Ben de Teneke Trampet filmindeki çocuğun etrafında yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle büyümeyi reddettiğini hatırlattım ve ‘‘Hiç şaşırmadım böyle olduğuma çünkü Türkiye'de yaşıyorum’’ dedim.
Aslında bir de ‘‘Hürriyet'te de çalışıyorum bunun etkisini de unutma’’ diyerek onun sinirini daha da bozacaktım ama korktum çünkü kolesterolü çıktığından beri çok sinirli ve beni işten atar diye düşündüm.
***
Neyse hayat böyle devam edip gidecek işte bu belli.
Şu aralar New York Times'ın tarihini okuyorum. Acaba orada da benim gibi genel yayın yönetmeni tarafından onurlandırılan insanlar var mı bunu inceliyorum.
New York Times'ta bu konu daha demokratik olarak ele alınıyor, genel yayın yönetmenleri orada hemen herkese bağırıyorlar.
Üstelik onlar ‘Medyada etik’ gibi konularda demeç filan da vermemişler, uslu uslu otururken azarı işitiyorlar.
Ne yapalım ekmek parası işte, orada da insanı böyle konumlara itiveriyor.
(Not: Bu yazıda tek bir kez bile -ki kendisi son 100 yılın en seksi erkekleri listesine 11'inci sıradan hem de Antonio Banderas'tan bile ön sırada girmeyi başarmıştır- tanımının geçmemesi benim ona kızgın olduğum şeklinde yorumlanmamalıdır.)
Paylaş