GENEL Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, bir süre önce yazdığı yazıda tüm köşe yazarlarına ‘‘Bu köşeler bizim babamızın malı mı?’’ sorusunu sormuştu.
O yazıya medyada birçok yanıt verildi.
Kimse ortaya çıkıp da ‘‘Babamızın malıdır’’ demedi gayet tabii ki ama ‘‘Köşemiz ne benim malım, ne de başkasının malıdır. Bu köşe tüm okuyucularındır, halkındır’’ diye ilk bakışta çok güzel bir şey söylüyormuş gibi gözüküp de yine temelde sıfır anlamı olan laflar edenler de oldu her zamanki gibi.
Ben bu meseleye bir süredir girmek istiyordum, ama ne diyeceğimi bildiğim halde meseleyi nasıl formüle edeceğim konusunda üslubu bir türlü yakalayamıyorum.
Ancak birkaç gün önce ünlü editör Tina Brown hakkında okuduğum bir olay, meseleyi istediğim biçimde ele alma imkánını tanıdı bana.
Gecikmeli olarak katıldığım bu tartışmaya umarım bir katkıda bulunmuş olacağım.
***
Tina Brown, Amerikan yayıncılık dünyasında çok önemli yeri olan bir kadındır.
Çok genç yaşta İngiltere'den Amerika'ya kocası ünlü gazeteci Harold Evans ile birlikte göç etmiş ve Newhouse yayıncılık imparatorluğunun içindeki çok önemli iki dergi olan Vanity Fair ve New Yorker dergilerinin editörlüğünü uzun yıllar boyunca yapmıştır.
Newhouse yayıncılık imparatorluğu son derece ilginç ve incelenmesi gereken bir medya şirketidir.
S.I. Newhouse veya New York medya çevrelerinde yaygın bilinen adıyla Si, Conde Nast magazin imparatorluğunun sahibidir.
Kardeşi David Newhouse ise imparatorluğun gazeteler bölümünün başındadır.
Newhouse ailesinin gazeteleri küçük gazetelerdir. Onların yayılma stratejisi, Amerika'nın her küçük şehrinde genelde tekel konumunda olan yerel gazeteyi satın alarak büyümektir.
Bu şekilde yürüttükleri büyüme stratejisi sonucunda Newhouse ailesi, hem Amerika genelinde büyük güç, hem de olağanüstü paralar kazanmıştır.
Kardeşler arasında bu konuda da ilginç bir işbölümü vardır. David'in yerel gazeteleri neredeyse banknot matbaasında para basarcasına gelir getirmekte, buna karşılık Si'ın Conde Nast imparatorluğu da bu paraları yemekle meşgul olmaktadır.
Bir anlamda gazeteler finansmanı sağlamakta, dergiler ise Newhouse kardeşlere büyük ün ve prestij sağlama rolü oynamaktadır.
Bu nedenle de çoğunluğu zarar eden dergilere akıttıkları milyonlarca dolar onları rahatsız etmemektedir.
***
Newhouse imparatorluğu içinde editörlük işi kapmış olan insanlar bu nedenle çok şanslıdırlar; çünkü patronlar editörlerine neredeyse sınırsız para harcama yetkisi vermişlerdir.
İlk önce Vanity Fair, daha sonra da New Yorker dergilerini yöneten Tina Brown da bu sınırsız para kaynağını sürekli kullanarak kendisine büyük isim ve prestij sağlamış, patronları da ona katiyen tek bir gün bile laf etmemişlerdir.
Ancak bu ilişki bir gün Tina Brown tarafından bozulmuş. New Yorker Dergisi'nden ayrılan Tina Brown, başka bir patronla Talk adlı dergiyi çıkarma işine soyunmuştur.
Bununla da kalmayıp dünyada hemen her gazetecinin yaptığını yapmaya kalkışmış ve eski patronu Si hakkında ileri geri konuşmaya, onu kötülemeye başlamıştır.
Eski patronuna elveda diyeceği gün odasına gittiğinde, Si Newhouse ona bir ayrılık hediyesi vereceğini söylemiş ve Vanity Fair'in ilk baskısını hediye etmiştir.
Ancak bu Vanity Fair, onun Conde Nast'ta ilk çalıştığı dergi olan Vanity Fair değil, büyük İngiliz romancısı William Thackeray'ın romanı Vanity Fair'in ilk baskısıdır.
Bu romanda Thackeray, Becky Sharp adını verdiği kadın anti-kahramanının, başka insanların parasını ve gücünü kullanarak, insanları baştan çıkararak toplum içinde nasıl da yükseldiğini anlatmaktadır.
Yani anlayacağınız Si, elveda günü kendi para gücünü kullanıp sonra kendisini arkadan vuran Tina'ya son derece şık ve olağanüstü de sert bir tokat atarak yanından göndermiştir, verdiği o hediye kitap sayesinde.
Demek istediğim şu ki; biz gazeteciler bazen gaza geliriz, çalışmakta olduğumuz kurumun gücünü kendi gücümüz, bize sağlanan hakları da doğal ve geri alınamayacak haklar olarak görürüz ve köşeler kimin malı sorusuna da bir türlü dürüst cevap veremeyiz nedense.
Bu tür meseleleri düşünürken, kendi patronundan Tina'ya verilen mesajı da hep hatırlamakta büyük yarar var bence.