Paylaş
DÜN bir yazı yazarak, benimle ilgili bir meselenin gerçekte nasıl gelişmiş olduğunu anlattım. Diyeceksiniz ki ne önemi var bu konunun, iki yazı yazacak kadar neden bu işi bu kadar ciddiye aldın?
Dün gördüğünüz gibi, yaşanmış bir olayı iki farklı biçimde anlatan iki söylem var ortada.
Ve ilk bakışta sanki bu iki söylemde sadece detaylar farklıymış gibi de gözükebilir.
Ancak insan yaşamında bu detaylar çok önemli. Bizzat hayatın kendisinde hem şeytan hem de melek detaylarda gizli.
Ve bu olayda karşı tarafın söylemindeki detayların toplamı sonuçta benimle ilgili bir kişilik tanımlaması da yapıyor.
Eh, benim gibi yaşamını yazı yazarak kazanan bir insan için kişiliğimin okuyucu açısından doğru algılanması hayattaki en önemli şey olduğundan, bu ‘‘önemsiz görünen’’ konuya iki yazı ayırmamı hoş görürsünüz umarım.
* * *
Yazının bundan sonraki bölümü aslında farklıydı.
Dün saat 15.00'e doğru yazının bu ilk paragrafından sonraki bölümünü tamamen silip, yeni baştan kaleme almak zorunda kaldım.
Bunun nedenini anlatmak için olan biteni size de aktarmak istiyorum.
Pazartesi günü Milliyet Gazetesi'nde Kanal 7 haber koordinatörü Ahmet Hakan ile yapılan röportajdaki benimle ilgili bölümü hem birinci sayfadan hem de ilgili sayfada okuyunca gazetenin iki üst yöneticisi Yalçın Doğan ve Umur Talu'yu aradım.
Olayın gazetede aktarıldığı gibi olmadığını söyledim.
Yalçın Doğan doğal olarak bir mülakatta söylenilen sözlerin, sözün sahibini bağlayıcı olduğu, buna bir şey yapmalarının mümkün olmadığını söyledi.
Her iki yönetici de bir açıklama gönderdiğim takdirde bunu basacaklarını söylediler.
Ben bir açıklama gönderme yerine bu meseleyi kendi köşemde tartışacağımı belirttim. Keşke böyle yapmasaymışım da açıklamayı gönderseymişim. Bunu neden böyle düşündüğümü biraz sonra anlatacağım.
* * *
Anlayacağınız sonuçta onların anlattıkları doğrultuda şöyle bir görünüm ortaya çıkıyordu; Ahmet Hakan benim dün anlattığım şekilde olan olayı farklı anlatmıştı, çıkarılabilecek tek sonuç buydu.
Ahmet Hakan'ı da arayıp meseleyi o aşamada onunla tartışmam gerekiyordu aslında.
Ancak rasyonalite yerine duygusallık gayet tabii ki zaman zaman ağır basıyor. Gazeteye böyle bir demeç vermediyse o beni arardı mutlaka diye düşündüm. Demeci böyleyse de zeki ve kültürlü bir insanın yaşanmış bir olayı yanlış hatırlaması mümkün olamayacağından, olayda bir kötü niyet vardır sonucuna da vardım doğal olarak.
Olayı iki aşamalı bir yazı olarak tartışmaya karar verdiğim için zaten önümde çok uzun bir vakit vardı ve isterse Milliyet'te yazının çıktığı gün beni arayarak olayı netleştirebilirdi.
Pazartesi günü aramadı. Salı ben öğle saatlerine doğru bu işlerin neden böyle olduğunu irdeleyen bir yazı yazarak gazeteye yolladım.
14.30 civarında Ahmet Hakan aradı.
* * *
Ortak yaşadığımız olayın aynen benim anlattığım şekilde olduğunu, kendisinin de yapılan mülakatta aynen bu sözleri söylediğini, Milliyet'in neden lafları oradan buradan kesip de yayınladığını, dahası 2 saatlik bir görüşmede azıcık bir bölüm tutan lafları neden böylesine büyütüp verdiğini anlayamadığını söyledi.
Doğrusunu isterseniz ben de bunu anlamakta zorluk çekiyorum.
Bence benimle ilgili birinci sayfadan verilen haberin zerre kadar haber değeri yoktur, ayrıca enteresan da değildir. Tabii kimsenin gazetede haber anlayışına filan karışmak değil amacım, sadece fikrimi söylüyorum.
Milliyet'te yayınlandığı şekilde o sözler benimle ilgili farklı bir kişilik portresi çiziyor. O çizilen kişilik portresi de olumlu değil.
Zaten olumlu olmadığı için de Milliyet üst yönetimi hemen olayın üstüne atlayıp, onu birinci sayfa malzemesi haline getirmiş durumda.
Yalçın Doğan, Milliyet Gazetesi'nde bu tür bir olumsuzluğu bekleyip haber yapma eğiliminin, tavrının olmadığını söyledi bana.
Peki o zaman neden mülakatta söylenen sözler kısaltılarak yayınlanıyor, neden önemsiz bir ayrıntı yanlış hale getirilip bu kadar büyütülüyor ve birinci sayfaya, aynen o çarpıtmayla taşınıyor?
Burada sadece amatörce yapılmış bir hata mı var yoksa kötü niyet mi diye sormak da, kendime göre cevabımı vermek de benim hakkım.
* * *
Keşke Milliyet Gazetesi'nin iki üst yöneticisinin davetini kabul edip gazetelerine bir açıklama gönderseydim.
Çünkü onlar benim açıklamamın Ahmet Hakan'ı tekzip edeceğini düşünerek böylesine istekli olarak açıklama göndermemi istemişlerdi.
Gerçekten de o gün Ahmet Hakan'ı eleştiren bir açıklama da göndermem mümkündü.
Oysa gelinen noktada göndermiş olduğum bir açıklama gazetenin kendi habercilik anlayışının, kişiler hakkında yoktan haber yaratılırken hangi kriterlerin kullanıldığının sorgulanması sonucunu doğuracaktı ki o zaman da benim açıklamayı ne yapacaklarını görmek eğlenceli olacaktı.
Paylaş