Paylaş
DÜNYADA bizim Dışişleri Bakanlığı kadar ilginç bir kurum kesinlikle yoktur. Tabii burada dünya derken bizimkilerin yeme, içme ve kokteyl verme konularında tıpatıp benzemeye çalıştıkları Batı álemini kastediyorum.
Yoksa gerçekten bütün dünyayı ele aldığımız takdirde, ne bileyim ben Papua-Yeni Gine'de veya Samoa Adaları'nda filan da en az bizimkiler kadar ilginç bir dışişleri mutlaka vardır.
Ben bizimkilerin hayat tarzına hakaret etmemiş olmak için burada bir karşılaştırma yaparken sadece Batı'yı ele alacağım.
Normal ülkelerde herhangi bir kurum, dinamik olmak için durmadan yeni modeller, stratejiler düşünür.
Bu kurumlara dışişleri bakanlıkları da dahildir.
Bizim Dışişleri Bakanlığı'nın var oluş temel felsefesi ise tamamen statik olmaya dayanır. Dinamik herhangi bir düşünce, hareket bu kurumda hemen negatif anlamda dikkatleri üzerine çeker.
Büyük düşünme diye bir kavrama sahip çıkılması, neredeyse bu bakanlığa personel olarak alınmama nedenidir.
Bakın bizim büyükelçilik atamalarımıza. Önemli ne kadar merkez varsa oraya her zaman statik çizgiden ayrılması mümkün olmayan, Dışişleri'nin durgunluğunu kendine yaşam biçimi olarak seçmiş, dış politikayla ilgili meselelere bakanlıkta her sabah tekrarlanan anlamsız basın bültenlerinde yazılı olduğu gibi cevap veren, dinamik görüş oluşturmamaya yemin etmiş insanlar atanır.
Bunun dışında yer alan, fikir tartışmalarını seven, ufuk açıklığına sahip, risk alma yeteneği olan, Dışişleri'nin yıllardır artık neredeyse küflenmeye başlamış tavırsızlığına karşı çıkıp aktif yeni tavırlar geliştiren insanlar ise ya mümkün olduğunca merkezde tutulur, ya da Türkiye açısından katiyen önemi olmayan, yenilik yapılması tanım gereği mümkün olmayan yerlere atanır.
* * *
İsmail Cem'in neden önceki gün Meclis'e gelip de dış politika açısından olan biteni anlatmaktan kaçtığını, Türk Dışişleri'nin bu üzülecek durumunu hatırlamadan anlamak mümkün değildir.
Dış politikamız yok ki, neyi anlatacak zavallı adamcağız?
Dış politika yerine, micro-management, detaylarda günü kurtarmak, tepki vermek ve inisiyatifi katiyen ele almadan olayların arkasından durmadan koşuşturmak var.
Sadece bu nedenle İsmail Cem'in konuşma üslubu da bir tuhaf olmaya başladı.
Konuşması anormal derecede yavaşladı. Ayrıca ne kadar uzun konuşursa konuşsun, sonuçta ne dediğini düşündüğünüzde koca bir sıfır kalıyor ortada.
Bir şey demeden konuşma uzmanı olmuş durumda İsmail Cem. Bu açıdan aralarında kendisinin de bulunduğu bir tür köşe yazarı ekolünün gündelik yazıları ile onun konuşma stili arasında büyük benzerlikler var.
Ad vermiyorum, şimdi hemen ağlamaya, oraya buraya telefon etmeye, şikáyetlere başlamasınlar diye, ama maşallah bizim gazetelerde öyle yazarlar var ki bakın son 20 yılına, adamın tek bir orijinal fikrini göremezsiniz yazıp ortaya çıkardığı.
Dışişleri o kadar uğraşıp adam yetiştireceğine, otomatikman bunları alıp önemli merkezlere büyükelçi atasa, her şey çok daha kolay olurdu yemin ediyorum.
Hem de biz, onların yazılarından kurtulmuş olurduk böylece.
* * *
Tabii Cem'in Meclis'ten korkmasına, konuşmaktan çekinmesine bir başka önemli neden daha var.
İran meselesi... Bu konuya dikkat edin bakın, Türk Dışişleri'nin en büyük fiyaskolarından bir tanesi yaşanacak.
Zaten bu konu her açıldğında Cem'in zihinsel kıvırtmalara, ıkınmaya sıkınmaya başlaması da bu nedenden dolayı.
Koskocaman açıklamalar yapıldı, cinayetlerin arkasında İran vardır, diye.
Ayıptır be!.. Madem öyle, neden Dışişleri gereken sert tavrı almıyor?
Acaba Dışişleri Bakanlığı, köşe başlarındaki İçişleri Bakanlığı'ndan çeşitli insanların yaptığı açıklamalara benim gibi ‘‘Bullshit’’mi diyor da bize söylemiyorlar.
Onlar bu açıklamalara inanmıyorsa, o zaman biz, yani halk mı keriziz de bizimle böyle oynuyorlar.
Bu ne ciddiyetsizlik, bu ne laçkalık, bu ne saygısızlıktır.
Tabii gelemez Cem Meclis'e. Gelse de konuşamaz. Konuşsa da yine o insanı yoran kibar üslupla kıvırtır.
Mecbur buna, çünkü politikası olmayan ve ne yapacağını şaşırmış bir kurumun başında o.
* * *
Türkiye ne zaman azıcık değişmeye başlar biliyor musunuz?
Gazeteler işbirliği yapsa ve bizim içgüdüsel olarak palavra olduğunu zaten bildiğimiz resmi açıklamaları bir süre yayınlamasa.
Örneğin, Mumcu cinayetini çözdük diye ortaya çıkınca, gazeteler bunu yayınlamasa, otoritelerden ispat ve kesin kanıt beklese.
Onları, kanıtlarını sorgulasa...
Yani yabancı gazetelerin, ‘‘Cinayetlerin arkasında İran var’’ açıklaması yapıldıktan sonra Türkiye'ye yaptığını aynen biz de bizimkilere uygulasak.
Yemin ediyorum, iki-üç ay içinde siyasetçisi de, bürokratı da azıcık hizaya gelir, bilmem anlatabiliyor muyum?
Paylaş