Paylaş
Dün tuhaf bir saatte telefonum çaldı. Genel Yayın Yönetmeni, İngiltere'den arıyordu.
Size bir şey söyleyeyim mi, teknolojik gelişmelerin böyle güzel olmayan bir yanı da var işte.
Yani 20 yıl önce ben köşe yazarı olsaydım, Genel Yayın Yönetmeni beni aramak için ilk önce İngiliz santralına numaramı yazdıracak ve sonra da beklemeye başlayacaktı.
Eh, onun bir yerde sabit bekleme süresi maksimum üç dakikayla sınırlı olduğundan, tabii ki o telefonun bağlanmasını da bekleyemeyecekti doğal olarak.
Evet, ne yazık ki o biraz hiperaktif oldu son zamanlarda. Tuhaf bir hiperaktivite bu.
Herhalde tıp áleminde böylesi görülmemiştir.
Şöyle anlatayım meseleyi: Kendisi konuşmaya başlayınca son derece sakinleşiyor. İstediği kadar uzasın konuşması, hiç sıkılmıyor.
Ama siz ona cevap vermeye başladığınız anda... İşte o anda hiperaktivitesi başlıyor.
İlk önce sol bacağı sallanmaya başlıyor. Sonra sağ eliyle masanın üstüne tempolu bir şekilde vurmaya başlıyor. Gözleri katiyen size bakmıyor ve her an büyük bir hızla oradan uzaklaşacakmış gibi bir izlenim yaratıyor.
Ve katiyen sizi dinlemiyor.
Ancak sizi dinlememiş olması, onun tekrar konuşmaya başlamasını da engellemiyor. Kendi konuşması başlayınca da vücudundaki bütün hareketlenme duruyor.
Tarafsız gözlemciler, onun bu tavrının kendinden başka bütün insanlardan sıkıldığını gösterdiğini belirtiyorlar.
* * *
Neyse lafı uzatmayayım, Genel Yayın Yönetmeni'nin İngiltere'den aradığını öğrenince, büyük bir umutla o konuşurken arka plandan gelebilecek, bende geleceğe umutla bakmamı sağlayacak bir gürültü olmasını bekledim durdum.
Arka plandan şöyle gürültüler gelebilirdi mesela:
1- ‘‘AAAAAAAAAAARRRRRRR- RRGGGGGGGGHHHHHHHH!’’ (Leeds United takımının en kaliteli taraftarının normal konuşurken çıkardığı ses.)
2- ‘‘WHO IS THAT GUY DRESSED LIKE A LORD? HE IS A TURK ISN'T HE... LET'S KILL HIM.’’ (Orada asiller gibi giyinmiş duran adam da kim? O bir Türk değil mi.. Haydi öldürelim onu.)
3- ‘‘HEY MISTER GIVE ME ALL YOUR MONEY OR ELSE I WILL KILL YOU.’’ (Bayım, çabuk bana bütün paralarını sökül, yoksa seni gebertirim.) (Not: Soygun girişiminde bulunan bu kişi boşuna nefes tükettiğini bilmiyor tabii ki. Onu tanısa, para vermek yerine ölmeyi çok büyük bir rahatlıkla tercih edeceğini de bilirdi. Hele üstünde Hürriyet'in parasını taşıyorsa, isterseniz lime lime doğrayın, yemin ediyorum gık demez ama parayı da vermez.)
4- ‘‘WHICH NEWSPAPER ARE YOU FROM? HURRIYET EH... YOU SAID ‘WE ARE COMING' DIDN'T YOU. WELL BABY NOW YOU ARE GOING... TO HELL... (Sen hangi gazetedendin? Hürriyet öyle mi? Siz ‘We are Coming' diye başlık atmıştınız değil mi? Bebeğim, şimdi de geldiğin gibi gidiyorsun... Cehenneme.) (Not: İngiliz lumpeni doğal olarak Genel Yayın Yönetmeni'nin ne kadar iyiliksever, hayırsever bir insan olduğunu bilmediğinden, onu öldürdüğünde cehenneme gideceğini zannedip öyle konuşuyor. Halbuki onun cennette yeri hazır, bana sorarsanız...)
* * *
Bu veya buna benzer bir şeyler duymak istiyordum, o konuşurken arka plandan.
‘‘Ppppuffff...fff’’ diye bir ses gelecek ve sonra da sonsuz sessizlik olacaktı hayalime göre.
Ama hayat her zaman hayallerdeki gibi güzel olmuyor işte, ne yapacaksınız.
O hiçbir engellemeyle karşılaşmadan konuşmasını sürdürdü.
Benim İstanbul'da olduğumu bilmediğini, bilseydi beni de maça götüreceğini söyledi.
Zaten 11 kişi gidiyorlar. Beni de götüreceğini söyleyince aklıma ister istemez ‘‘The Dirty Dozen’’ (12 Vahşi Adam diye mi çevrilmişti bu Türkçe'ye?) filmi geldi aklıma.
Hani 12 belalı adam bir araya gelir de savaşmaya giderler ya, o film işte.
Sonra Genel Yayın Yönetmeni dedi ki, ‘‘Yarın başımıza bir şey gelirse ben gazetenin manşetini şimdiden hazırladım’’.
Benden manşeti tahmin etmemi istedi. Ana başlık olarak ‘‘ŞEHİT OLDULAR’’, alt başlık olarak da ‘‘Fatih Altaylı orada olmadığı için onları kaybettik’’ mi diye sordum.
Değilmiş. Genel Yayın Yönetmeni, başlarına bir şey gelmesi durumunda Hürriyet'in cuma günü ‘‘HÜRRİYET'TE DEĞİŞİM RÜZGÁRLARI’’ manşetiyle çıkacağını söyledi.
O kadar üst düzey yönetici bir anda ortadan yok olunca böyle bir espri yapmak gerekirmiş.
O anda anladım ki, bu gazetede değişim olması için rasyonel bir yol izleyebilmek mümkün değil. İlla cinayet işleyeceksin, hem de toplu cinayet olacak bu. Başka çare yok.
Bunu ben söylemiyorum, konuyu en yakından bilen üst düzeylerin en üst düzey yöneticisi söylüyor. Ben ne yapayım yani?..
Paylaş