Paylaş
TÜRKİYE'de bugün takriben 700 köşe yazarı var.
Bu sayı her geçen gün artma eğiliminde. Yakında habersiz, sadece köşe yazılarından oluşan gazeteler çıkacak.
Bu köşe yazarlarından her biri, diğer 699'unun lüzumsuz olduğunu düşünmektedir.
Benim fikrimi sorarsanız, 698'i lüzumsuzdur. Sadece ben ve Hasan Cemal yeterdi bu memlekete, ama kimse bizim kıymetimizi bilmiyor.
Amerika'daki meslektaşlar haftada en fazla üç yazı yazarlar, maaşları bizim üç katımızdır. Buna rağmen çok yoruluyoruz diye şikáyet edip dururlar.
Biz ise haftanın 7 günü yazarız, daha yok mu diye etrafa bakarız.
Hiçbir şey yapamazsak, yani yazacak yeni yer bulamazsak da demeç veririz. Çünkü bizim fikrimiz fazladır ve bunu insanlarla paylaşmak zorundayız.
Bizden az çalışıp, çok daha fazla para alan Amerikalı meslektaş, sadece bir konu üzerinde uzmanlaşır.
Biz ise her şeyi biiriz. Örneğin, alın Hasan Baba'yı. Hem siyaset hem de spor yazarı oldu o.
Amerika'da bunu yapmış olsaydı, sendika onu mahkemeye bile verebilirdi.
***
Durum böyleyken, Türkiye'de haddinden fazla sayıda fikir bildiren insan zaten varken, Hürriyet üst yönetimi korkunç bir şey yaptı ve halka da fikrini sormaya başladı.
‘‘Ben olsam’’ diye bir kampanya bu. Hürriyet okurları Türkiye'yi kurtarmak için fikirlerini yazmaya başladılar, bizim gazete de bu fikirlerin bir bölümünü yayınlıyor.
Her zaman derim; bu memlekete demokrasi hiç uymuyor. Bu millet yıllardan beri kendilerini oyan partilere, alışmış kudurmuştan beterdir edasıyla koşa koşa gidip tekrar oy verdi. Halka fikir sorulduğunda gelen her cevap yanlış oldu bu ülkenin tarihinde.
Bizim seçmenin bildiği tek şey şikáyettir. Bilinçli oy verme diye bir kavram, bu yörenin sınırlarına bile uğramamıştır.
Kahvehanelerden ‘‘Ben olsam’’ diye başlayan konuşmaların hemen tamamı, ‘‘Sallandırırdım bunlardan iki tanesini meydanda’’ diye biter.
***
Mesele böyleyken, acaba Hürriyet neden böyle bir kampanya başlattı diye düşünebilirsiniz?
Onu da açıklayayım. Bizim üst düzey yöneticiler, son derece meşgul insanlardır.
Her anları doludur onların. Boş vakitlerini de ‘‘Nasıl yapsak da şu köşe yazarlarına bir kötülük etsek’’ diye düşünerek geçirirler.
Bu nedenle üst düzey yöneticiler, okuyucudan gelen e-mail'leri okuma fırsatına sahip olamamışlardır bir türlü.
Okuyucu e-mail'ini okumaya zaman ayırsalardı eğer ‘‘Ben olsam...’’ başlıklı bir kampanyaya katiyen girmezler ve hatta gazetenin santralını okuyucu telefonlarına kapayarak, kendilerini de odaya kilitlerlerdi.
Okuyucu e-mail'lerinin tümünü ciddiye alarak iki gün üst üste okuyan bir insanın ruh sağlığının bozulmaması mümkün değildir.
Yazılanları ve düşünceleri görünce, bu ülkede muazzam kitlesel bir çılgınlığın yaşanmakta olduğunu, bunu düzeltmeye hiçbir babayiğidin gücünün yetmeyeceğini anlıyorsunuz.
***
Benim en çok hoşuma giden mektuplar, bana küfredenler.
Kendime bir ilke edindim: Bana edilen küfrü aynen, hem de daha fazlasıyla okuyucuya geri gönderiyorum.
Geçenlerde bir tanesi anama söverek işe başlamış. Hemen cevap yazdım kendisine. Özetle cevabımı kısa tutmak zorunda kaldığımı; çünkü kendi anasının içeride beni beklemekte olduğunu, hoş vakit geçirmek varken mektup yazmakla vakit geçirmek istemediğimi söyledim.
Müthiş bir infial yaşadı ayı. Vay ben onun anasına nasıl sövermişim. Adamda felsefe yok ki anlamıyor meseleyi, hayatta bir tek onun annesi var bilmem nenin çocuğunun.
Bir yazımda hayvanlarla yatıp kalkma meselesinin memlekette oldukça yagın olduğunu söylemiştim.
‘‘Sana ne, eşekle de yatarız, koyunla da. Alet bizim değil mi’’ diyen onlarca mektup aldım.
Evet alet sizin, biraz gayret edin kendinizi becerin, dedim onlara da. Umarım cevabımı ciddiye almışlardır.
***
Tabii bir de azınlık grup var. Aklı başında, bilgili, kültürlü insanlar. Onlar ise ‘‘Ben olsam...’’ diye başlayan konuşmalarını hep ‘‘Bir fırsatını bulup çeker giderdim’’ diye bitiriyorlar.
Ben de bir tek onlarla anlaşabiliyorum zaten.
Sonuç olarak, Hürriyet'in bu yeni kampanyasına gelen fikirlerden tutarlı, rasyonel bir fikir ortaya çıkarsa ben de kendimi Taksim Meydanı'nda asarım.
Paylaş