Tartışmaya taraf olan insanlar Avrupa Birliği'ne üye olma kararının Türkiye'nin özgür tercihi sonucunda alınabilmesi sanki mümkünmüş gibi, sanki yaşlı kıta ile aramızdaki tek sorun ‘‘demokrasi’’ meselesini nasıl yorumladığımız konusundaki farklılıklardan kaynaklanıyormuş gibi bir hava yaratıyorlar.
Bu bir yalan sevgili okurlar.
Sizleri kandırıyorlar, çünkü Türkiye'nin demokrasi kavramını yorumlayışındaki farklar Avrupa yolundaki engellerimiz listesinin en sonlarında bir yerlerde yatıyor.
Ben Türkiye'nin bu haliyle Avrupa Birliği'ne üye olamayacağını, bu haliyle kalmakta ısrarlı olduğu sürece de olmaması gerektiğini çünkü birliğe bu halimizle üye olduğumuz takdirde Avrupa'daki standartların aşağıya çekilmesine neden olacağını, bunu da kabul etmenin imkánsız olduğunu düşünüyorum.
Nedenini de geçen hafta yaşanan bir olaydan yola çıkarak anlatmaya çalışacağım.
***
Geçen hafta İstanbul'un göbeğinde bir semtte, aynı şehirde doğdukları niçin kendilerini ‘‘hemşeri’’ diye tanımlayan iki farklı grup, birbirleriyle savaşmaya başladı.
Semt adı, şehir adı vermek gereksiz çünkü bu yaptıkları onlara, geldikleri şehre veya semtlerine özgü bir şey değil, her an, her farklı semtte, benzer olaylar yaşanabilir.
Yaşananlar hakkında birçok analiz yapıldı ama benim en çok dikkatimi çeken satır aralarında sıkışıp kalan noktalardı.
İki detay önemliydi. Birbirleriyle aniden ölümüne savaşmaya başlayan vatandaşlardan bir bölümünün tepkisi karşı taraftakilerin ‘‘Pis’’ olmalarından kaynaklanıyormuş.
Yazılanlara göre bu vatandaşlarımızın evlerinin altında ahırları varmış, atlarını orada tutuyorlarmış ve ahırları fazla temizlemedikleri için de etraf kokuyormuş.
Onlardan hoşlanmayan karşı grubun iddiasına göre ahır kokusu at sahiplerini fazla rahatsız etmiyormuş çünkü kendileri de fazla yıkanmadıklarından pis kokuları fazla sorun yapmıyorlarmış.
Ne semti tanırım ne de anlatılan grupla ilgili bilgim var, ben burada sadece konu hakkında yazanların verdiği bilgileri aktarıyorum.
Olaylar hakkında bana ilginç gelen ikinci nokta ise bölgede sokağa çıkma yasağı ilan edilmesiyle birlikte ortaya çıktı.
Elektrik şirketinin memurları sokağa çıkma yasağını fırsat bilerek semtteki kaçak elektrik kullanan konutları tespit edebilmişler.
Bunu daha önceden yapamıyorlarmış çünkü semte girmeleri engelleniyormuş.
***
Sevgili okurlar.
Bir ülke düşünün, en modern şehrinin göbeğinde evlerinin altındaki ahırlarda hayvan besleyen insanlar olabilsin.
Semtte komşu olanlar birbirlerine kanlı bıçaklı düşman durumda olsun ve en önemlisi de elektrik sayımı yapmak isteyenlerin bile semte girebilmeleri ancak bölgede sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra gerçekleşebilsin.
Bütün bunlar olabilsin ve sonra da birileri çıkıp Türkiye Avrupa Birliği'ne üye olsun mu olmasın mı, demokrasimiz ne olacak falan filan diye tartışsın.
Haydi canım sizde, kimi kandırıyorsunuz siz!
Sanki biz istediğimiz takdirde, bu halimiz sürdüğü müddetçe Avrupalı olmamız mümkünmüş gibi!
Gerçekleri bilmesek yiyeceğiz bu yalanları da ama artık sıktılar bu boş lafları edenler.
Size bir şey söyleyeyim mi, bir ülkenin en modern, iddialı şehrinde elektrik sayım memurları bile bir semte ancak sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde girebiliyorlarsa o ülkede demokrasi olabilmesi mümkün değildir.
Ayrıca bu durumda Türkiye'nin Avrupa üyesi olup olamayacağını tartışmak da tam bir komedi örneğidir.