Serdar Turgut: Benim de fikrimi alın






Serdar TURGUT
Haberin Devamı

OKTAY Ekşi ile Taha Akyol, Demokrat Parti'nin iktidara gelişinin 51'inci yıldönümüne denk gelen günlerde ilginç bir tartışma içine girdiler.

Taha Kıvanç (a.k.a Fehmi Koru) 22 Mayıs tarihli yazısında, görüşleri özetleyip iki tarafın birbirlerinin ismini vermeden tartışmaya neden girdiklerini sorgulamış.

Bence bu çok önemli değil, ortada bir yazı üslubu meselesi var, herkes ayrı düşünebilir bu konuda.

Demokrat Parti dönemini incelemeye uzun yıllarını vermiş birisi olarak iki yazarın konuya yaklaşımları konusunda ben de küçük bir katkı yapmak istiyorum.

***

1946-60 dönemi bence tarihimizin en önemli dönemidir.

Ama bu dönemi incelerken bir şeye de dikkat etmek gerekiyor. Bu dönem aynı zamanda tarihimizin en çelişkili dönemlerinden de biridir.

Ve siz bir araştırmacı olarak konuya çok boyutlu bir şekilde bakmazsanız, bu dönem sizi kolayca son derece yanlış yorumlara da götürür. Tek doğrunun çıkarılacağı bir dönem değildir Demokrat Parti iktidarı dönemi.

Dönemin öneminin nedenini anlatmadan bu bilimsel tehlikeyi de hatırlatayım dedim; çünkü konuyu farklı şekillerde ele alan iki yazarda da bu tehlikeye düşme eğilimini görmüş durumdayım.

***

Türkiye 1930'lu yıllarda, dünyadaki krizin nedeniyle biraz da zorunlu olarak, müthiş bir sanayileşme hamlesi yapmış ve temel sanayisinin önemli bir bölümünü kısa sürede kurmuştur. Bu tek parti döneminin bir başarısıdır. Bu kadar hızlı bir sanayileşme, ancak tarım kesiminden büyük kaynak aktarımıyla sağlanabilirdi. Bu da ancak demokrasinin tam olmadığı bir konjonktürde mümkündü, aksi olamazdı. Bu nedenle CHP'yi eleştirmek de bilimsel açıdan doğru değildir.

İkinci Dünya Savaşı'nın bitimine yakın, savaş sonrasında Türkiye'nin hangi ekonomik stratejiyi izleyeceği üzerine ülkeyi yönetenler düşünmeye başlamış.

1945 yılında ‘‘Türk Sanayiinin Harp Zamanından Sulh Zamanına İntikal ve Sulh Zamanının Muhtemel Yeni Şartlarına İntikal Devresinde Korunması ve Gelişmesi ile İlgili Genel Problemler Hakkında Öz Rapor’’, hemen bundan sonra da 1946'da ‘‘İvedili Sanayi Planı’’ hazırlanmıştır.

Bu iki metinden de görülebileceği üzere, Türkiye'yi yönetenler 1930'larda başlatılan sanayileşme hamlesinin savaş sonrasında da aynen sürdürülmesi için kolları sıvıyorlardı.

Sonra olanlar ise çok ama çok ilginçtir. Bu plan taslağı, ABD'nin yeni başlatacağı dış yardım programına Türkiye'nin de dahil edilmesi için bu ülkenin onayına sunulmuştur.

ABD ise bu sanayileşme planını reddetmiş ve Türkiye'ye tarıma ve altyapı tesislerine dayalı alternatif bir kalkınma programı önermiştir.

Bu da sonuçta uygulanmış ve Türkiye'nin 1991 krizine kadar uzanan kaderi bir anlamda o günlerde çizilmiştir.

***

Konu çok önemli ve bugünlerde yaşananlarla benzerlik var.

Amerika bu alternatif programı da o günlerde, Türkiye'nin demokratikleşmesinin bir önşartı olarak görüyordu.

Yani ‘‘İvedili Sanayi Planı’’nda öngörülen hızlı sanayileşme, yine büyük kitlelerin ekonomiye sadece kaynak veren olarak dahil edilmeleriyle ve ancak tek parti iktidarı yoluyla yapılabilirdi.

ABD'nin yeni konjonktürde buna tahammülü yoktu. Tarıma yani köylülüğe dayalı bir alternatif programı Türkiye'ye kabul ettiren ABD, böylece Demokrat Parti'nin de önünü açmıştır.

Bu parti de iktidara geldiğinde en azından 1953 yılına kadar Türk köylüsünü hayatında ilk kez ekonomik ve demokratik sistemin içine çekmiş, orada kök salmasını sağlamıştır.

***

Türkiye'nin dış ticareti 1930'dan 1946'ya kadar (1938 yılı hariç) sürekli fazla verdi.

Yani 1946 yılına gelindiğinde Türkiye'nin bir döviz sorunu yoktu.

‘‘İvedili Plan’’ kabul edilseydi, büyük ihtimalle yine dışa bağımlılık olmadan, döviz sorunu yaşamadan sanayileşecektik. Ama bu kez demokrasi olmayacaktı.

ABD'nin öngördüğü plan kabul edilince 1946-60 döneminde Türkiye sürekli dış açık verdi. 1946 yılında 95.7 milyon dolar dış ticaret fazlamız vardı, 1960 yılına gelindiğinde dış ticaret açığımız 147.5 milyon dolar oldu.

Yani döviz sıkıntısı başladı, dışa bağımlı olduk, ama demokratikleşme de gerçekleşti, köylü siyasete dahil edildi.

Görüldüğü üzere bu dönemin tek doğrusu yoktur. Birbirine çelişkili gibi görülen dinamikler aynı anda yaşanmış ve Türkiye'nin 1991 yılındaki krizine uzanan kaderi de o tarihte çizilmiştir.

51 yıl sonra yine ABD bağlantılı ekonomik yardım paketlerini, demokratik açılımlar boyutuyla da tartışıyor olmamız bence son derece ilginçtir.

Yazarın Tüm Yazıları