ERTUĞRUL Özkök dünkü yazısında, Ecevit'e bakan doktorların gerçekten hastanın ihtiyacı olan konularda uzmanlıkları olup olmadığını irdeledi.
Görünen o ki, hastanın gerçekten ihtiyacı olan tedaviyi sağlayabilecek uzmanlık, o kıymetli doktorlarda bulunmuyor.
Bu gelinen nokta çok doğal; çünkü meseleyi hastanın ne olursa olsun ayakta tutulması ve sanki sağlıklıymış gibi davranması olarak koyarsanız, uzmanlık dallarının ne olduğunun da pek önemi kalmıyor sonuç itibarıyla.
Hastanın neden ayakta tutulması gerektiği ise bir devlet kararı. Bunun uygulanmasında hepimiz vazife aldık ve dünyada ilk kez göz göre göre bir insanın kendi yaşamını tahrip etmesine, ulusal çıkarlar için göz yumulması gibi tuhaf bir olayla karşı karşıyayız uzun süredir.
Bakın dün Hasan Cemal son derece acıklı bir olayı yazdı ilk kez.
2 yıl önce Başbakan Ecevit ile uçakta ülkeye dönerlerken, Can Dündar bir kitap imzalatmak için Ecevit'in yanına gitmiş.
Sayın Başbakan iki kez elinde kalem olmadığı halde kitabı imzalamaya çalışmış, ancak Rahşan Hanım onu ikaz edip de kalemi eline tutuşturunca kitabı gerçekten imzalamayı başarmış.
Düşünün, iki yıl önce durum böyleydi.
Ne yazık ki sürekli ilerleyen, ilerleme hızı düşürülse bile durdurulamayan bir hastalıkla karşı karşıya olunduğundan, 2 yıl önce o durumda olan hastanın şimdiki durumunu tahmin edebilirsiniz.
* * *
Şimdi ben gazetecilik şapkamı bir yana koyuyorum; çünkü Ecevit'in durumu söz konusu olduğunda o şapka fazla bir işe yaramadı geçtiğimiz yıllarda.
Kimse alınmasın bu lafımdan, herkese iğne batırırken kendime de çuvaldızı batırıyorum. Ben de biliyordum olan biteni, o uçakta yaşananlar gibi daha kaç tane vahim olayı duydum ve ne yazık ki gerektiği kadar itirazımı yükseltmedim.
O şapka geçtiğimiz dönemde yara aldı, bunu bilelim. İtiraf edelim ki, kendimizi düzeltelim derim ama şimdi konu bu değil.
Gazetecilik şapkasını bir yana koyup vatandaş olarak şunu sormak herhalde hakkım:
İki yıl önce sanki elinde kalem varmış gibi kitap imzalamaya çalışan bir Başbakan, acaba o günden bu yana hangi devlet belgesine hangi imzaları attığının farkında mı?
Her attığı imza konusunda bilinçli mi?
Eline kalem tutuşturulduğunda imzasını atıyorsa, o kalemi tutuşturanlar mı yönetecek beni, yoksa resmen yönettiğini söyleyenler mi?
Veya Başbakan imzaladığını sandığı bazı belgeleri aslında imzalamadı da öyle mi zannediyor?
Nasıl güveneceğim kimin ne yaptığına?
Böyle şey olur mu? Burası Türkiye Cumhuriyeti yahu, yani insaf artık, bu rezalete son verilmesi gerekmiyor mu?
Madem Hasan Cemal, Başbakan ile ilgili olarak bizlerin arasında uzun süredir var olan centilmenlik anlaşmasını çok da haklı olarak ve çok da iyi yaparak bozdu dünkü yazısında, ben herkesi, bildiklerini açıklamaya davet ediyorum bu konuda.
Çünkü söz konusu olan şey bir hastanın durumu değil artık. Ulusal güvenliğimiz ve daha da önemlisi çocukların geleceği söz konusu.
Birilerinin bu acıklı olaya devlet ciddiyeti içinde müdahale etmesi gerekiyor.
* * *
Şu doktor gelmiş, bu doktor şunu söylemiş, o doktor acaba uygun muymuş?
Bunlar konuşulsun da, Sayın Ecevit'in ve eşinin psikolojik yardıma ihtiyaçları olduğunu büyük bir samimiyetle düşünmekteyim.
Yaşama karşı aldıkları tavırlar maalesef normal değil.
Gerçek yaşamdan sanki korkuyorlarmış gibiler. Her insana şüpheyle yaklaşıyorlar, onlara göre kendileri dışında her insan potansiyel zararlı olduğundan da gerektiğinde bireysel ilişkilerinde korkunç derecede acımasızlar.
Hayatın her alanını kafa kafaya verdiklerinde düzenleyip şekillendirebileceklerini sanıyorlar, her konuda planları var ve bu konuda farklı fikir de duymak istemiyorlar.
Dünyanın gelişimini, zamanın akışını, yaşamı bir noktada kendi dar özel alanları içinde dondurma kararı almışlar ve bunun da gerçekten olabileceğine samimi olarak inanıyorlar.
Görülenlerden teşhis de kendiliğinden çıkıyor ama ben bu konuda uzman değilim, uzmanlar el atmalı bu konuya. Sadece şunu söyleyeyim ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu ruh haline sahip insanlar tarafından, bu şekilde yönetilebileceği yolundaki, figüranı pek de bol olan oyunun sonuna gelindiği için şanslıyız.