Paylaş
Belki sizin için hayal kırıklığı olacak ama, bu yazı ne yazık ki siyasi içerikli değil.
Başlığa kanarak ümitlendiyseniz hepinizden özür diliyorum.
Siyasetten o kadar uzağım, hislerim o kadar farklı yerlerde ki anlatamam size.
Marilyn Monroe hakkında yazacağım bugün.
New York Times'ta en severek okuduğum köşe yazarı olan Maureen Dowd, ekim ayında Christie'e mezatevinde Marilyn'in kişisel eşyalarının açık artırmayla satılacağını yazdı.
Satılacak eşyalar listesini okuduğumda çok, ama çok hüzünlendim.
Tekrar farkına vardım ki insanın topluma karşı kendisiyle ilgili oluşturduğu imaj (hava da diyebiliriz buna) aslında sadece bir zırhtan ibaret.
Gerçekte var olan hislerimizi, korkularımızı, endişelerimizi, takıntılarımızı, zayıflıklarımızı insanlara göstermemeye yarıyor bu koruyucu zırh.
Bu nedenle de ‘‘ilk izlenim’’ denilen şey hemen her defasında yanlış çıkar. Belki de ‘‘izlenim’’ kaçıncı kez olursa olsun hep yanlış kararlar verdirir insana.
Bir insanı gerçekten anlamak için izlenimlerin ötesine inmek, derine uzanmak ve sabırlı olmak gerekiyor.
***
Marilyn Monroe nasıl bir insandı?
Mezatta satılacak malların bir bölümüne baktığımızda onunla ilgili olarak önyargılarımızı hemen teyit ediveririz.
Locada oturan John Kennedy'ye sahnede ‘‘Happy Birthday’’ şarkısını söylerken giymiş olduğu şeffaf kıyafet de listede.
O gece Marilyn şarkıyı ağzında yuvarlayışı, vücut hareketleri ve bakışlarındaki buğulu ifade ile tam bir seks bombasıydı. ‘‘Aptal sarışın kadın' (Dumb Blond) prototipiydi o gece.
Herkes de pek beğenmişti bu prototipi.
Sonra Kore'de savaşmakta olan Amerikan askerlerini eğlendirmek için sahneye çıktığı gün ayağına giydiği altın kaplamalı sandaletler de mezatta.
Kelimenin tam anlamıyla ‘‘kitsch’’ bu sandaletler. Prototip kişilik de ‘‘kitsch’’ aslında ve ayakkabılar da o prototipe tam anlamıyla uygun.
Ve tabii Ferragamo stiletto ayakkabılar, Maximillan kürkler, Gucci'nin ipeklileri, şeffaf mini gecelikler de satılacak mallar listesinde.
***
Mallar bu kadarla kalsa bizim için bir sorun olmayacaktı ortada. Onun hakkında önyargımız tekrar teyit olacak ve konu üzerinde de fazla düşünmeden meseleyi unutup gidecektik. Ama satılacak mallar arasında Marilyn'in kitapları da var.
Thomas Mann, D.H. Lawrence, Tennessee Williams. Kerouac'ın ‘‘On The Road’’ kitabının ilk baskısı.
Freud'un bütün kitapları.
Bu kitaplar okunmuş belli. Cümlelerin altı çizilmiş. Notlar düşülmüş satırların yanına.
‘‘Aptal sarışın kadın’’ zırhıyla herkesi kandıran Marilyn, evine çekildiğinde Freud okumuş.
Belki de Kerouac'a gibi her şeye lanet olsun deyip yollara vurmayı düşlemiş tek başınayken.
Thomas Mann'ın bütün kitaplarını okuyan bir insanın, evinden çıkar çıkmaz ‘‘aptal sarışın kadın’’ı oynamak zorunda olması bana gerçekten korkunç geldi.
Kitlelerin kendi korkaklığından kaynaklanıyor bence bu tür ‘‘imaj’’ talepleri.
Marilyn'in aslında entelektüel bir kadın olduğunu bilseler onun karşısında yıkılıp gidecekler.
Bu nedenle de popüler kültürün bütün mekanizmaları onu, oynamakta olduğu rolün dışına çıkarmamak için elinden geleni yaptı.
Bu mekanizmalar hálá da tüm dünyada çalışıyor.
***
Onunla evlenmiş olan erkeklerin onun ölümünden yıllarca geçmesine rağmen neden hakkında tek bir kelime bile etmediklerini şimdi anladım.
Büyük tiyatro yazarı Arthur Miller, adı şarkılara geçmiş olan efsanevi beyzbolcu Joe DiMaggio, gerçek Marilyn'i tanıyorlardı. Onun eve gelip yine mezatta satışa sunulacak Joy of Cooking kitabındaki tarifleri okuyarak yemek yapmaktan hoşlandığını...
Yaptığı rejimi de bu kitabın sayfalarına yazdığını...
Sonra da, evet sonra da yemekten hemen sonra koltuğuna oturup ya Freud ya D.H. Lawrence okuduğunu onlar biliyordu.
‘‘Anlatsak kimse inanmaz’’ diye düşünüp sırlarını kalplerine saklamayı tercih ettiler büyük ihtimalle.
Ve Marilyn'in gerçeğini gizlemeyi sürdürdüler.
Helal olsun onlara, sıkı adamlarmış.
***
Hikáyenin sonu belli.
Marilyn, Kerouac'ın kitabındaki gibi kendisini yollara vuramadı.
Kendinden de kaçamadı.
Bence o kitapları okumakla oluşan hisleri gizleyen insan, toplumun kendinden beklentilerini sonunda kaldıramamaya başladı.
İntihar işte bu nedenle geldi.
Genç bir hayat, popüler kültürün diktatoryasına yenik düştü.
Ve geriye de, zihinlerde yatakta kıvrılıp kalmış olan cesetteki o sonsuz hüzünlü ifade kaldı.
Paylaş