Paylaş
Son ABD gezimde New Orleans'a da gitmek zorunda olduğumu duyunca buna şiddetle karşı çıkmış, New York dışında bir yere katiyen gitmeyeceğimi net bir şekilde ifade etmiştim.
Ben bunları yaparken Rana New Orleans'da giymesi muhtemel olan kıyafetleri bavula dolduruyordu..
Şimdi bu son cümlem üzerinde biraz daha durmak istiyorum.
Daha önce de bahsettim, bu bavul hazırlama meselesi bizim ailede çok önemli bir sorun kaynağıdır.
Rana, olabilecek her türlü olaya hazırlıklı olmayı hayat ilkesi edindiğinden, çöle bile giderken yanına ne olur olmaz diye dalgıç kıyafeti alır.
Ben ise deniz kıyısına giderken fazla eşya taşımayayım diye yanıma mayo bile almam.
Bu derin çelişkiyi çözmemiz mümkün olmadığı için bavul hazırlama zamanı gelince ben bir kenara çekilirim ve ‘‘Sen kıyafetlerini koy, kalan yere ben kendiminkileri alırım’’ derim.
Sadece bu nedenden dolayı bazen 10 günlük gezilere tek bir gömlek ve pantolon ile çıktığım bile olmuştur.
İç çamaşırda yaşadığım sorunlardan ise katiyen bahsetmeyeceğim, çünkü bu konu benim bile yüreğimin kaldırmayacağı kadar hüzünlü ve dramatik.
***
New Orleans'ta ekim ayının ortasında hava ortalama 30 derece.
İnsan bunu öğrenince ister istemez ağustos ayında olabilecekleri düşünüyor ve birden panikliyor.
Tabii havanın böyle olması Rana'yı katiyen engellemiyor ve o yine bildiğini okuyor.
Bu kez olayın başka vahim bir yanı daha vardı.
Yaptığımız müthiş seyahat planına göre ilk önce Chicago'ya sonra da New Orleans'a gidecektik.
Bu seyahat planı nedeniyle Rana iyice çıldırdı.
Çünkü yine ekim ayında Chicago ortalama yedi derece ve adamlar bu havayı ‘yazın sonu’ olarak adlandırıyorlar. Onlara göre sonbahar hava eksi 10 derece olunca başlıyor. Bir gün önce gündüz yedi derece olan bir yerden kalkıp, ertesi gün 30 derece olan bir yere gidilecek olması nedeniyle mutat bavul toplama krizi bu kez bambaşka ve görmeyenlerin inanamayacağı bir boyuta ulaştı.
***
Evlilik kurumunda her zaman için insanı sinirlendirecek yeni gelişmeler olabiliyor.
Meseleye böyle bakınca görüyorsunuz ki evlilik kurumu ile Türkiye arasında büyük benzerlikler var.
Her ikisinde de her an ne olacağı belli değil ve saat başı değişen yeni krizler bir önceki krizi unutturuyor insana her ikisinde de.
Bu son derece yanlış olduğu kâğıt üzerinde bile apaçık olan seyahat planına rağmen Rana hayatında ilk kez benim bir önerimi tutma kararını verdi.
‘‘Sadece tek bir bavulla seyahat etmek’’ gibi yıllardır düşlerimi süsleyen o güzel olayı bu kez yerine getirdi. Donmaya karşı ilaçtan, güneş yanığına karşı kreme kadar her şeyin alınması gereken bir yolculuğa çıkmak üzereyken yapmaya karar verdi bunu.
Ne kadar sinir bozucu bu değil mi?
Ve ben hayatımda modern kapitalizmin ne kadar da yaratıcı olabildiğini ilk kez böyle açıkça görebildim.
‘Büyük bavul’ denilen kavramın sizler için ne ifade ettiğini bilmiyorum.
Ancak gördüğüm kadarıyla bizim bavulumuz ‘tarihte var olan tüm bavulların anasıydı’.
Bavulların godzillasıydı o.
Kendisini kaldırmaya çalışacak her babayiğitte son derece büyük bir hemoroit krizi yaratacak kadar muhteşemdi.
Rana'ya göre ise bu bavul sadece kendisinin bana vermiş olduğu bir tavizden ibaretti.
Anlaşılan kapitalizm insanların büyük bavul ihtiyacını kesin olarak karşılayacak adımları atmıştı.
***
Bu bavulla girdiğimiz her havalimanında gözler dehşet içinde üzerimize çevriliyordu.
Daha bilet gişesine varmadan bile birkaç kişi koşarak üzerimize geliyorlar, bavulun orasına burasına ‘dikkat ağırdır, kaldırırken dikkat edin’ etiketlerini yapıştırıyorlardı.
Ben Chicago Havalimanı'nda yolcuların geçtiği koridorda hiç durmadan çalınan ve ne akla hikmetse yolcuları rahatlattığı düşünülen New Age müziğin bile biz oradan geçerken birkaç dakikalığına susmasını bizim bavula bağlıyorum.
Gerçi yetkililer yaptıkları anonsta bunu teknik bir arızaya bağladılar ama bizim bavulun absürd görünümü karşısında New Age müziğinin bile çaresiz kalacağını düşünen yetkililerin, bu müzik türüne inananların moralini bozmamak için müziği biz oradan geçerken kestikleri de muhakkaktı.
***
Gerçi asıl New Orleans hakkında anlatacaklarım var.
Ama Chicago'nun da hakkını yememek gerekiyor.
Saatte 120 kilometreye varan ve sürekli esen bir rüzgara ‘meltem esti’ denilen bir yer burası.
Sonbaharda eksi on derece, bu rüzgarla birlikte eksi 30 dereceymiş gibi etki yapıyor insanın üstünde.
Chicagolular ise bu iklime alışmış.
Biz paltolarımızı giyerek sokakta dolaştık, etrafta kısa kol gömlek giymiş adamlar dondurma yiyerek yazın son demlerinin keyfini çıkarıyorlardı.
Eminim Eskimolar da aralık ayında biraz kemiklerini ısıtmak için Chicago'yu tercih ediyorlardır.
Şehirde New York'ta olduğu gibi sokak başı telefon da yok. Çünkü kış gerçekten geldiğinde açıkta duran telefonu çevirme işlemini bile donmadan bitirmeye imkan olmadığı pratikte kanıtlanmış durumda.
Buna rağmen şehirde güzel şeyler de vardı.
Artık onlara da yarın değinirim.
Paylaş