Paylaş
Kısa süre önce Türk ekonomisinde var olma mücadelesi vermekte olan sektörde faaliyet gösteren bir dernekten aradılar.
Bazı yazılarımın sektörün yeniden canlanmasına yardımcı olduğunu düşündüklerini, bu nedenle de yazıları bu yıl ödüle aday göstermek istediklerini söylediler.
‘‘Tabii ki neden olmasın’’ diye cevap verdim.
Buraya kadar her şey normal. Şimdi bundan sonra olanlara dikkat edin.
Jüri toplanmış ve ilgili alanda benim yazıları ödüle layık görmüşler.
Ancak dernek içinde kendilerine ‘‘1968 kuşağı’’ adı veren bir grup, benim yazılarımla ‘‘kendilerinin taptığı’’ Yılmaz Güney'e saldırdığımı, ödül başkasına verilmezse dernekten topluca istifa edeceklerini söylemişler.
Jüri başkanı ödül alanın oy farkının çok olduğunu, bu nedenle yeniden oylamanın anlamsız olduğunu belirtmiş.
Bakmış ki iş büyük bir krize doğru gidiyor, ödüle layık görülen kategoriyi bu yıl için tamamen kaldırmışlar. Açıklama yapıldıktan sonra baktım gerçekten de en önemliler arasında yer alması gereken kategori bu yıl yok.
***
Büyük ihtimalle bu mümkün değil ama yanlış anlamaları elimden geldiğince azaltmak için şunu baştan söyleyeyim.
Bu yazıyı ödül alamadım filan diye yazmaya girişmedim tabii ki.
Beni tanıyanlar bilir, bu tür şeylere pek önem vermem.
Yazıya başlamadan önce danıştığım insanlar, basit bir olayı yazı konusu yaparsam bunun yanlış anlamalara veya çarpıtmacı yorumlara açık olacağını da söylediler.
Türkiye'nin yazı ve fikir dünyasında bu tür riskler her zaman vardır da benim olayı gündeme getirme nedenim farklı.
Yaşanan küçük olay aslında oldukça da önemli bir zihniyetin göstergesi ve bunun tartışılması da bence önemli.
***
Demokrasileri çok daha sağlam kökenlere dayalı ülkelerde yaşanan bir süreç tabii ki Türkiye'de de çok daha kaba bir şekilde yaşanıyor.
Özellikle 1989 yılında reel sosyalist sistemin çökmesinden sonra Batı toplumlarında bir ‘‘amnesia’’ yaratma olayı başladı.
‘‘Amnesia’’ bellek yitimidir.
Son 10 yılda iyice hákim olan ideolojide yaratılan bütün süreçler ‘eskiden var olan fikirlerin’ unutturulmasını, sanki onlar hiç var olmamış gibi davranılmasını ve sanki tüm toplumların tarihi 1980 ortalarında başlamış gibi tavır alınmasını sağlamaya yöneliktir.
Biraz düşünürseniz bu ideolojik durumun yaratılmasında son derece de başarılı olunmuştur (özellikle Türkiye'de).
‘‘Eskiden var olan fikirlerin’’ bence en önemlisi olan sol düşünceyle ilgili olarak bu tavır son derece belirgindir. ‘‘Sol’’a ait bazı kavramlar konuşulmaya, yazılmaya başlandığında gelen tepkiler, ‘‘amnesia’’ yaratılması sürecinin ne kadar da başarılı olduğunu göstermektedir.
***
Bellek yitimi nostaljiyi doğurur. Nostalji bazı durumlarda çok güzel ama bazen de son derece sakıncalı bir kavramdır.
Örneğin ‘‘Ahh nerde o eski Çengelköy. Kendimizi nasıl da denize atardık Hamallar İskelesi'nden’’ diye zaman zaman düşünmek güzeldir.
Ancak ‘‘devrimci günlerin’’ nostaljisini yapmak güzel değildir, hatta ‘‘yitirilmiş bir zaman peşinde koşulmaya başlandığı’’ için son derece de sakıncalıdır.
Bugün hálá daha ‘‘1968 nostaljisini’’ yaşamaya çalışan insanlar dinledikleri müzikle, seyrettikleri filmlerle, hálá daha okuduklarını pek sanmıyorum ama belki okudukları kitaplarla geçmişte yaşamakta ve sanki bugün yaşadıkları veya ‘‘yaşamak zorunda kaldıkları’’ gerçek yaşamı unutmaya çalışmaktadırlar.
Bu tür nostalji aslında toplumda amnesia yaratılmasının en güçlü destekçisidir, çünkü gerçek sorunlar üzerine düşünmek, sorunları gündeme getirmek, geçmişi sorgulamak ve evet ‘‘kendi özel tarihiyle de hesaplaşmak’’ yerine insanları ‘‘yitik zaman için ağlamaya’’ teşvik etmekten başka bir işe yaramamaktadır.
***
Ben fikir düzeyinde teslimiyetçilikten nefret ederim. Fikirler değişir o başka şey ama en azından neyin neden değiştiğinin tartışılması gerekir.
Yılmaz Güney konusu hakkında 10 yazı yazdım. İki hafta boyunca konuyu bir platforma taşıyıp meselenin aslında ileriye yönelik bir sol düşüncenin toparlanması sürecindeki tartışmanın bir parçası olması gerektiğini sanırım açıkça söyledim.
Bu açıklığa rağmen gerek medyada gerek de toplumun çeşitli kesimlerinde bazı insanların olayı hálá daha çarpıtarak yaşamakta ısrarcı olmaları bana sadece onların kendi kurdukları hayal dünyalarını korumaya yönelik çabaları olarak geliyor.
Paylaş