Paylaş
Şimdi hatırlamıyorum ama ya dünkü, ya da önceki günkü yazımda ‘otoriteden’ korktuğumu anlatmıştım.
Haftada 10 yazı yazınca hangi gün neyi yazdığımı karıştırmam normal doğal olarak.
Hatta bazen günün sonunda bana ‘Bugün ne yazdın’ diye sorduklarında bile bunu katiyen hatırlayamadığım günler oluyor.
Zaman zaman da bir başka gazetede aniden bir saldırı yapılıyor bir köşe yazısında. İlk önce bunu okuyup keyif alıyorum, sonra eş dost sağ olsunlar onlar hatırlatıyorlar yazarın saldırdığı yazar sensin diye.
İnsan bozuluyor böyle durumlarda tabii, ama ben elimden geldiğince renk vermemeye çalışıyorum.
Neyse, sözü uzatmayayım çünkü içim çok acılı, bu konuda söylenmeye başlarsam yemin ediyorum seri yazı çıkar beş altı günlük.
* * *
Otoriteden korkarım. Bunu belli etmemeye çalışırım ama durum böyle.
Bizim gazetede de maşallah o kadar çok müdür var ki toplama yapıp kesin rakama ulaşmak için ciddi bir elektronik hesap makinesine ihtiyaç var.
Ya da hayatta tek bir şeyi doğru yapabilen ‘idiot savant’lardan olacaksınız. Hani 2567456897 ile 456783456 çarp kaç eder diye sorduğunuzda sonucu anında bilip de yaşın kaç deyince bunu hatırlamayanlar var ya, onlardan olsanız da işiniz kolay.
Hürriyet'te kaç müdür var dedikleri anda o tür insanın hesap makinesine filan ihtiyacı olmaz, anında sonucu deklare ediverir.
Açıkça söyleyeyim net rakamı ben bilmiyorum ama bildiğim şey şu ki müdür sayısı arttıkça benim korkularım da artıyor.
* * *
Geçen hafta Portekiz'deydim. (Hayır, korkmayın beynim ekstrasistol geçirmedi, konudan konuya bilinçsizce atlamaya henüz başlamadım. Kuvvetle inanıyorum ki yazı önünde sonunda bir teorik bütünlüğe kavuşacak. Açıkça söylemek gerekirse bunun nasıl olacağı konusunda şu anda tek bir fikrim bile yok ama kendime de güveniyorum.)
Lizbon'a 2 saat mesafede bir kasaba var.
Burasının önemi ‘Fatima’ Manastırı'nın burada bulunması.
Hikáyesi uzun bu işin, kısaca söylemek gerekirse Katolikler açısından bu yer son derece kutsal. Fatima'nın bir melek olduğuna inanıyorlar.
100 bin kişilik açık ayin alanının ortasına kurulmuş kiliseye insanlar dizlerinin üzerinde sürünerek yaklaşıyorlar.
(Yine bir dipnot açmalıyım: Terry Eagleton 1960'lı yıllarda Slant adlı bir dergide Katolik ayininin dini cemaati pasif izleyici konumuna indirgediğini ve İsa'nın bedenini bir meta gibi ele aldığını, bu nedenle de kapitalizmle en uyumlu din olduğunu öne sürmüştü. Eagleton, Fatima Manastırı'nın bulunduğu kasabayı gördükten sonra o yazıyı yazsaydı Katolikler hakkında bu kadar da nazik olmazdı tahmin ediyorum. Bu dipnot ile gündelik ‘entelektüel’ olma kotamı da doldurdum. Şu anda çok yoruldum aslında ve yazıya devam edecek takatım da kalmadı ama ekmek parası işte yarıda bıraksam yövmiyemden kesinti yaparlar.)
* * *
Oraya gitmemek yolundaki bütün ısrarlarıma rağmen hayattaki her tuhaf şeyi görme iddiasındaki ‘yüksek sesli kadın’ tarafından oraya sürüklendim.
Şimdi şunu gözlerinizin önüne getirin; etrafta müthiş bir sessizlik hákim.
Her tarafta, ‘‘Sessiz olun. Burası kutsal bir yerdir’’ yazısı var.
İnsanlar yerlerde sürünüyor.
Bir tek ikimiz ayaktayız.
İnsanlar uçup gitmişler başka bir diyara ve ben bütün gücümle Rana'nın konuşmaya başlamaması için (içimden yalvararak) uğraşıyorum.
Ve işte o anda...
O anda telefonum çaldı.
* * *
Zil sesi bütün vadide yankılanıp geriye geldi.
Yerde sürünen adamlar, kadınlar bana bakmaya başladılar.
Rana yanımdan uzaklaştı ve beni hayatında ilk kez görüyormuş gibi tavır aldı.
İnsanlar yerde diz çökmüş, ben ayaktayım, manastırdayız ve herkes bana bakıyor.
Birden kendimi ‘Jesus Christ, Superstar’ Broadway şovunda İsa rolünü oynayan adam gibi hissetmeye başladım.
Elimde değil, kafamın içinde de müziği başladı şovun.
Beni öldürmeyeceklerini bilsem kesin dans da edeceğim.
Yani dansa başlasam ve beni öldürseler muhtemelen iki veya üç yıl içinde benim de heykelim ‘ulu insan’ diye manastırın bir yerlerine dikilir ama ulu olacağım diye bu riski de göze alamazdım gayet tabii ki.
* * *
Telefon eden Nurcan Akad. Nurcan genelde benimle hiç uzun konuşmaz. O gün nedense konuşacağı tuttu.
Büyük ihtimalle zor durumda olduğumu hissetmiştir, ondan konuşmuştur. Bizim müdürlerden bana hayır gelmez zaten.
Müdür olduğu için korkudan sözünü de kesemiyorum, bu arada insanlar yavaş yavaş bana yaklaşmaya başladılar. Çarmıha gerilecektim büyük ihtimalle.
Koşarak kaçtım, Nurcan kasabadan çıkarken hálá daha telefondaydı.
Paylaş