Gene e-dayak yiyeceğim

Burcu’nun (Özçelik Sözer) hazırladığı, Hürriyet İK’nın bugünkü kapak konusu beni çok ilgilendiriyor. Çekirdek aile içinde anne-baba modellerinin ve ilişkilerinin çocuğun kişiliğini ve dolayısıyla uzun vadede toplumun kimliğini belirlediğine inanıyorum.

Haberin Devamı

Ana, baba ve çocuklar arasında saygılı, eşitlikçi ve ‘demokratik’ bir ilişki tesis edilmedikçe, yani ‘aile içi demokrasi’ olmadıkça, Türk toplumunun ve TC’nin demokratikleşmesi imkansız.
Onun için, beynimin derinliklerine sığınmış arkaik maço her ne kadar zaman zaman kafasını uzatıp ‘ulan kılıbık nesiller yetiştirdiniz!’ diye bizimle dalga geçse de, aile içinde rollerin değişmesinden, yani kızlarımızın akıllanmasından ve oğullarımızın medenîleşmesinden çok mutluyum.

Ancak izninizle, bir endişemi (gene izninizle, aynı şeyi farklı kelimelerle yazmak yerine) eski bir yazıyla ifadeye çalışacağım. Rahmetli Yurtsan (Atakan) arkadaşımın yönettiği Onpunto’da 2008’de yayımlanmış bir yazı:

Anneye anne, babaya baba demek

Ben, anneme babama (zaman zaman laûbalilik edip ‘Hakkı Beyim’ yahut ‘Lülüşüm’ desem de) ‘siz’ derim. Kardeşim de öyle.
Halam, işi bizden de öteye götürüp, kendinden 12-13 yaş büyük olan babama ‘abi-siz’ diye hitap eder. Bu kadarını çok bulsam da, anneye babaya ‘siz’ demek bana tabiî, hatta lazım gelir.
Biz, ana babamızdan böyle gördük. Ama artık çocuklardan bunu beklemeye hakkımız yok. (...)
Yani artık zaman değişti. Amerikan dizilerinin de katkısıyla (İngilizce’de sen-siz ayrımı yok malûm), çocuklar anne babalarına ‘sen’ der oldular.
Şahsen, bir şikayetim yok. Bu değişimin bir zararını da görmedim. Aksine, nesillerin birbirine yakınlaşmasını, büyüklerle çocukların (olabileceği kadar) arkadaş olmasını kolaylıyor diye destekliyorum.
Ammaaa!..
Ama bir de işin aması var, çünkü insanoğlunun – özellikle de bizim insanlarımızın – işin şeyini çıkarmak gibi bir kötü huyları var.
Oysa çocukların daima ‘bir kırmızı çizgi olduğunu’ ilk günden bilmesi gerekir.
Annemize babamıza ‘sen’ diyoruz, arkadaş gibi davranıyoruz ama onlar ANNE VE BABA’dır ve onlarla anne-baba gibi ilişki kurmamız gerekir, demeliler.
Çocuklarının kendilerine isimle hitap etmesini isteyen ana babaları hep eleştirmişimdir. İşi, dedelerine, ninelerine isimleriyle – sen diye hitap ettirmeye kadar götürenleri gördüm.
Bunun yanlış olduğunu, küçük çocuğun aile içindeki yerini ve konumunu, çevresindekilerin yerini ve konumunu belirlemede zorlanacağını; bunun çocuğa ve sosyal ilişkilerine zarar vereceğini söyledim de... neler işittim neler!
Ne geri kafalılığım kaldı, ne faşistliğim!
Sıkıcı bir durumdur, bazen yüzde yüz haklı olduğunuzu bilirsiniz ama ‘günün rüzgârı’ size karşı eser; modaya, yayılmakta olan (genelde yanlış) inanca ve koalisyona ters düşersiniz, haklılığınızı ispat edecek argüman bulamazsınız.
Le Figaro’nun yazarı (Le Plaisir des Mots – Kelimelerin Keyfi adlı köşenin sahibi) Claude Duneton da aynı dertten muzdaripmiş meğer.
“Papa ve maman kelimelerine sadık kaldığım için duymadığım kalmadı” diyordu 5 haziran tarihli makalesinde.
Ebeveynine ‘anne-baba’ dememesi istenen, isimleriyle hitaba zorlanan çocukların ‘işaret noktalarını’ (röperlerini) kaybettiklerini;
bu çocukların, sembolik anlamda, daha doğdukları gün ‘annesiz ve babasız’ yani ‘öksüz ve yetim’ kaldıklarını savunduğunu;
ama elinde iddiasını destekleyecek bilimsel kaynak olmadığı için ‘modası geçmiş örf ve âdetlerden kurtulmuş modern çiftler’ (!) tarafından geri kafalı muamelesi gördüğünü söylüyor o da.

*
Ama nihayet eline bir kaynak geçmiş: Psikanalist Françoise Gaspari-Carrière’in Çocuklarına aşık olan ana babalar için pratik el kitabı adlı bir denemesi.
Ben okumadım. Herhalde okuma fırsatım da olmaz. Ama ben de Duneton kadar sevindim.
Psikanalist, ‘Oedipus’un iyi niyetli ama bilgisiz ana babalar sayesinde çocuklara oynadığı oyunları’ anlatıyormuş.
Mesela ana babanın evde (modernik-rahatlık züppeliğiyle) çıplak gezmesinin, yahut çocukların ana baba arasındaki kimi ‘özel’ ilişkilere şahit olmasının zararlarını.
Ve kitabında, tehlikelerin en başına da ‘dil ve iletişim’ hatalarını koyuyormuş.
“Çocuğun anneye Sylvie, babaya Jean-Luc diye hitap etmesinin bir sakıncası da ensest yasağını örtmek” diyor özetle yazar. “Rollerin karışmasıyla, küçük çocuk erkekse Sylvie’yi karısı, kızsa Jean-Luc’u kocası olarak algılayabiliyor. Bu karışıklığın verdiği zararı, yarattığı komplikasyonları, (özellikle okul hayatında) sebep olduğu davranış bozukluklarını hayal etmek bile zor.”
Özellikle sınırını aşan sevgi fazlası, en sevgili yaratıklarımıza fayda değil, zarar veriyor... muş.
Ben değilim bunu diyen, kendiliğidir söyleyen.

Yazarın Tüm Yazıları