Onlar Türkçe “Günaydın, merhaba” diyecekler, biz de İngilizcemizi ilerletme hevesiyle “Gudmorning” ya da “Hello ankıl Corç” diyeceğiz.
Bunu bir hayal olarak görenler varsa, buyursunlar Kuşadası, Didim, Bodrum, Marmaris, Fethiye ve birçok sahil kasabasına. Son yıllarda, özellikle sahil bölgelerinde inanılmaz bir yabancı akını var. Bu akını İzmir ve çevresinde gözle görülür bir şekilde hissetmek biraz zor. Ama, söz konusu Aydın ve Muğla’yla sahil ilçeleri olunca bunu hissetmemek mümkün değil. Pazarda ellerinde poşet ya da çekçek arabasıyla, caddede, her yerde onları görmek mümkün.
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın rakamlarına göre, cumhuriyet tarihi boyunca 31 Mart 2009’a kadar gerçek kişilere toplam 44 milyon 479 bin 191 metrekare büyüklüğünde 24 bin 632 arsa ve arazi satılmış. Toplam 75 bin 543 mülkten 54 bin 472’si yine AKP hükümetleri döneminde yabancılara satıldı. Aynı dönem kat mülkiyeti olarak satılanların miktarı ise 5 milyon 653 bin 836 metrekare. AKP hükümetleri döneminde satılan kat mülkiyetli taşınmaz sayısı 40 bin 482.
En fazla Ege’de
Bu dönemde bir milyon metrekarenin üzerinde satılan taşınmazlarda 15 il var. Muğla, Antalya ve Ankara ilk üç sırayı alırken diğer iller sırasıyla Hatay, İstanbul, İzmir, Mardin, Aydın, Kırşehir, Bursa, Konya, Adana, Nevşehir, Kayseri ve Kahramanmaraş oldu.
Denizi, güneşi ve kumuyla ve tabii ucuzluğuyla, emekli olup hayatının ikinci baharını yaşamak isteyen yabancıların en gözde yeri Ege. Bu çok şaşırtıcı değil. Mesela, ülkesinde emekli olup 100 bin sterlin emekli ikramiyesi alan bir İngiliz, bu paranın 40 biniyle Didim’de rahatlıkla bir daire alabiliyor. Geri kalanı bankaya koyup, oradan gelen faiz ve emekli maaşıyla burada, biranın 3 lira olduğu Didim’de, çok rahat bir hayat sürebiliyor. Biraz empati yapınca, güneş, deniz hasreti çeken bir İngiliz için burası bir cennet. Eee tabii, buradaki dolandırıcılık engellerini aşarsa.
Yabancılara Muğla’da 4 milyon 655 bin 433 metrekare, İzmir’de 2 milyon 732 bin 174 metrekare, Aydın’da ise 2 milyon 382 bin 907 metrekare olmak üzere Ege’de toplam 9 milyon 770 bin 514 metrekare satılmış.
Bu değişimi birçok kişi farklı yorumladı, ama işin temelinde “öze dönüşün” yattığı bir gerçek. Bunu siyasetçilere bırakıp işin ekonomi boyutuna bakalım. Çünkü en büyük değişim, Erdoğan’ın ekonomi kurmaylarında oldu.
Şimdi olan şu: 2007’de ekonomiyi bırakan Ali Babacan, yeniden dümene geçti. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Babacan’ın 2002-2007’de gösterdiği, rakamlara göre, başarıyı tekrarlaması bekleniyor. Burada bir not düşmekte fayda var: O dönemdeki başarısı, dünyada görülen bir büyüme trendine denk gelmişti. Bir çok işadamının şikayet ettiği Mehmet Şimşek Maliye Bakanı oldu. Zafer Çağlayan da Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı.
“Yeni” kelimesinin verdiği bir ivme mi, ya da her neyse, piyasalar bu değişime olumlu tepki verdi. Peki, Egeli işadamları? Bu sorunun cevabını ben de merak ettiğim için, İzmir’in ekonomi kurmaylarıyla konuştum. İki gruba ayırabiliriz: Olumlu bakanlar ve temkinli olanlar.
Olumlu bulanlar
İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş, ekonominin tek çatı altında toplanmasını olumlu karşılıyor. Bunun nedenini, yetki karmaşasını kaldırmasına bağlıyor. “Kararlar daha hızlı, daha etkili olacak. Yeni sinerji ve heyecan. Bu değişimi eskisinden ayıran, icranın da bu çatı altında toplanması. Çünkü, daha önce her yerden farklı ses çıkıyordu.”
Değişimi olumlu bakan diğer iş dünyası temsilcisi de Ege Sanayi Odası Başkanı Ender Yorgancılar. O da, değişimin en olumlu yanının, ekonominin tek bakanlığa bağlanası olduğunu belirtiyor. Babacan’ın daha pratik olduğunu vurguluyor. “Ekonominin bir yerde toplanması önemli. Sıkıntımız buydu. Sorunlarımızı çözemiyorduk. Bu bizim önerimizdi. Ayrıca, Zafer Çağlayan’ın da dış ticaretten sorumlu olması çok olumlu. Bu değişimden sonra geriye bir tek güven ve kredibilite sorunu kaldı. Bu da aşılırsa çözüm gelecek. Ki, bu da, kar patlaması yaşan bankaların KOBİ’lere işletme sermayesi konusunda yardımcı olmasını sağlayacak.”
Temkinliler
Şöyle bir iddiaya sahip; “Çin’de kanat çırpan kelebek ABD’de fırtınaya neden olabilir.” Yani, ne kadar iyi düzenlenirse düzenlensin, küçücük bir toplumsal değişim, dünyayı saracak etki yaratabilir. Güncel haliyle; ABD hapşırdı, biz grip olduk.
Şimdi gözler, ihracatla krizi bize taşıyan grip olmuş gelişmiş ekonomilerde. Teşvikler, para transferleriyle antibiyotik alıyorlar. İnşallah kısa zamanda iyileşirler de, biz de ayağı kalkarız.
Pazartesi, katılım öncesi ekonomik programı ve yeni ekonomik hedefler açıklandı. Türkiye’nin en çok istihdam sağlayan ve ülkeye her yıl milyarlarca dolar döviz getiren tekstil, konfeksiyon sektörü de hükümetten paket bekliyordu. Sonuç? Toplam üretiminin yüzde 70 ihracata yönlendiren, “kayıtlı” 862 bin çalışanı olan ve şimdiye kadar, toplam çalışanının yüzde 25’ini kaybeden, yani 180 bin işçinin işini kaybettiği tekstile su bile yok.
Tekstil ve Ege
Ege Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Jak Eskinazi ile bakanların toplantısından hemen sonra konuştuk. Eskinazi, Ege için tekstilin önemini şöyle vurguluyor: “Türkiye toplam tekstil üretim ve ihracatının yüzde 20’si Ege’den. Ayrıca, kriz öncesi kayıtlı çalışan sayısı 75 bin. Krizle birlikte, sektörde işini kaybeden sayısı ise 20 bin.” Sektörün beklentisi istihdam üzerindeki yükün azaltılması. Ödenen işsizlik parasının verilecek teşvikten çok daha fazla olduğunu belirten Eskinazi, bu para teşvik olarak verilse istihdamın artacağını söylüyor. Hükümetin tekstil sektörüne teşvikte çekimser kalmasının nedeninin kayıt dışı çalışanın fazla olmasına bağlayan Eskinazi, “Hükümet, ‘Bunu kontrol edemeyiz’ diyor, biz tersini söylüyoruz. İstihdam üzerinde yük olmazsa kayıt dışı azalır. Tekstil sektöründe çalışan kadın sayısı, Avrupa’ya göre az. En azından kadınlar üzerindeki yük azaltılırsa, hem çalışan kadın sayısı artar, hem de teşvik sağlanmış olur.”
Göstergeler kötüleşti
Gelelim kelebek etkisine...Bakanlardan ortaya çıkanlar, 2009’da ihracatta yüzde 11, iç talepte de 5.1’lik düşüş olacağı; Türkiye’nin ise 2009’da yüzde 3.6 küçüleceği. Bunlar işsizlik demek. Kelebek etkisinde sonuç tam olarak kestirilemez. Ama, en büyük işveren olan tekstilde bir teşvik, işsizlikte göstergelerin daha da kötüleşmesini engelleyecektir.
Tamam, serçe parmaklarını birleştirip “küs” dememişlerdi belki, ama İzmir ve Turizm Bakanlığı arasındaki derin uçurum gözardı edilemez. Neyse ki, buzlar eriyor. Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bürokratlarını alıp Çeşme’de Turizm Haftası’nı açmak için İzmir’e geldi. Gelmişken, Ticaret Odası’nın organizasyonunda sektör temsilcileri ile toplantı yaptı. Bu çok önemliydi, çünkü dillerde name olan ve ötesine geçmeyen İzmir’de turizm, en yetkili ağızlarla tartışıldı. Gelelim, kapalı kapılar arkasında ve basına kapalı toplantının İzmir’e faydasına.. Herkesin bildiği gibi, Çeşme’de planlanan 12 turizm bölgesi vardı. Hani, yaklaşık 3-4 yıl önce Çeşme yarımadası üzerinde planlanan 12 turizm bölgesi; üzerinde 72 bin yatak kapasiteli turizm yapıları, 14 delikli golf sahaları planlanan alan. Artık Çeşme’de 12 değil, 16 bölge olacak.
Kurvaziyerde anlaşma
Toplantının en önemli sonuçlarından biri de, Ticaret Odası’nın İnciraltı’da planladığı Kurvaziyer Liman’la ilgili. Sıkı durun.. Bakan Günay projeyi çok beğenmiş, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun kaygılarını da gidermiş. “İşin başında senin olman gerekiyor” demiş. Kocaoğlu’nun cevabı da “Tamam” olmuş. Türk turizminde yeni trend kent turizmi; Bu açıdan da İzmir, kent turizmine uygun hale getirilecekmiş. En temel sorunlarımızdan biri olan tanıtım. Bakan Günay, bu konuda tam destek vereceklerini, genel tanıtımlarda İzmir’e daha fazla yer vereceklerinin sözünü vermiş. Ama, önce bizim bakanlığa kent ile ilgili görsel malzeme sağlamamız gerekiyor. Şunu hemen belirtmekte fayda var. Toplantıdan önce turizmciler Günay’a kentin sorunlarını madde madde yansıtan dosya vermişler. Toplantıya katılan bir işadamına “Yararlı oldu mu?” diye sordum. “Çok iyi oldu, sıcak ilişkiler gelişti” cevabını verdi. “İzmirli, bakanlıkla barıştı yani” deyince de, “Bakanlığa küs olduğunu sanmıyorum. Biz, turizmi İzmir’de tribünlere oynamak için kullanıyoruz. Adamlar bütün Türkiye ile uğraşıyorlar. Burada kilit nokta bürokratlar. Kapılarını kim aşındırıyorsa, kim proje götürüyorsa onların işlerini görüyorlar. O yüzden burada bakanlığa bir şey söylemek yanlış olur. Bu toplantının en büyük katkısı bürokratların da olması ve buzların erimesi. Toplantı amacına ulaştı” dedi. Bize de “hadi hayırlısı” deyip beklemek düşüyor.
Ya da, özellikle protokol resimlerine bakın, hep ön saftadırlar... Neden? Erkeğin, “Biz kadınlara değer veriyoruz. Bakın, aramızda kadın var” mesaj verme kaygısından. Mesela siyaset denince onlara partiler hep “özel kontenjan” ayrılır.
Bunlar iyi de, işin özünde, çok daha derin bir fark var: Riyakarlık farkı. Amerika’da 200 yıllık bir süreç, daha sonra Abraham Lincoln’un 1965 köleliği kaldırmasına karşın süren “yabancıya” dayalı renksel ayrım varken, Türkiye’de, ezelden rahmine düştüğü, kanından beslendiği kadına karşı yapılan riyakarlığından söz ediyorum.
Madem Amerika, kölelik ve Lincoln dedik. Özümüze dönelim. Türkiye’de kadınların doğal hakları için büyük mücadele veren Atatürk’ten söz etmemek olmaz. Atatürk, 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkını sağlayan Anayasa değişikliğiyle ilgili şu yorumu yapmış: “Bu karar Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını evdeki uygar yerini yetki ile işgal etmiş, iş hayatının her safhasında başarılar göstermiştir. Siyasi hayatta belediye seçimlerinde tecrübesini yapan Türk kadını, bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Uygar memleketlerin birçoğunda kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir. Türk kadını bu hakkı yetki ve liyakatla kullanacaktır.”
Ve çağdaş Ege
Atatürk çok doğru söylemiş. Ama maalesef ya erkekleri küçümsemiş ya da kadınlar onu hayal kırıklığına uğratmış. Evet, şimdi artık “Bir adım geriden yürü” demiyorlar. “Kadınlar çiçektir”, “Kadınlar başımızın tacıdır” diyorlar, ama ...
Gelelim, neden bu yazıyı yazdığıma. Aslında gecikmiş yazı. Çıkış nedeni ise, seçim döneminde siyasi partilerin “kadınlara kontenjan” ayırması. Buyurun kadınların Türk siyasi hayatındaki kontenjanına beraber bakalım: “Cumhuriyet tarihi” boyunca 9 bin 134 milletvekilinden sadece 236’sı kadın.
Yerel seçimlerden önce 3 bin 225 belediye başkanının ise sadece 18’i kadındı.