İş yaşamında ayakta kalmak mı istiyorsunuz, ‘low profile’ (düşük profil) çizeceksiniz. Başka yolu yok!
Hem de ilk günden.
Öyle herkes beni sevsin, ne kadar akıllı olduğumu fark etsin falan yok!
Kaybeden siz olursunuz sonra, aman!
Son günlerde aramıza kara kedi girdi, kendilerini çok kötü hissediyorlar bu kara kediden dolayı.
Kedinin (ya da canavar demem daha doğru) adı Tatsuya Ishihasi. 22 yaşındaki İngilizce öğretmeni Lindsay Hawker’in Japon katil zanlısı.
Türkiye’den ne derece takip ettiniz bilmiyorum ama Lindsay’in ölümü hiçbir filmde izleyemeyeceğiniz kadar vahşi bir şekilde gerçekleşti.
Biyoloji eğitiminin ardından, bir yıllığına Tokyo’ya giden Lindsay (yanda) burada özel ders vermek için anlaştığı 28 yaşındaki Tatsuya’nın apartman dairesinin balkonunda, kumla doldurulmuş bir küvette ölü bulundu.
Öldürülmeden önce korkunç işkencelere uğradığı, bu işkencelerin saatler sürdüğü ortaya çıktı.
Tatsuya kayıp. Kaçarken görenler var.
Güne, yüzleşmek istemediğiniz bir gerçekle uyanarak başlamaya ne dersiniz?
Kadınlar tüylüdür!
Ama yine de ikiye ayrılırlar: Tüylü kadınlar ve Tüysüz kadınlar!
Biraz daha açalım:
Tüylerinden kurtulmayı tercih eden kadınlar ve o tüylerle yaşamayı seçen kadınlar...
Iyyyyyk... mı?
Benden nefret etmeyin, kızacağınız isim Shazia Mirza!
Mirza, tüm bir yıl boyunca vücut tüylerinden (kaş, bıyık, koltuk altı, bacak vs...) kurtulmak için ödediği paranın 8 bin Sterlin olduğunu fark edince kafasının tası atan bir kadın. Bunun üzerine, altı ayını, tüylü kadınlara, gerçek insan tüylerinden yapılmış iç çamaşırları giydirerek yapılacak bir defileyi organize etmeye adamış bir kadın.
60 yaş tartışmaları pek bir alevli ama ben de tam Can’ın 2’nci doğum günü partisinden yüzüm gözüm meyve pastasına bulanmış bir halde dönmüşüm....
Anlamakta zorluk çekiyorum doğal olarak.
Yaşların değiştiğini kabul etmemek hakikaten imkansız. “Günümüzün 60’ı, geçmişin 40’ları” diyenler sadece otoriteler değil ki!
Bizler yaşıyor, gözlemle miyor muyuz sanki?
Tabii acınacak durumda da değilim, odamda boy boy posterleri yok mesela! Yine de bir gün kendisiyle bir konferansta ya da bir kitapçıda kitabını imzalarken falan karşılaşırsam, nasıl davranabileceğim konusunda hiçbir fikrim yok. Düşünüp de kendimden utanmak istemiyorum.
Şaka bir yana gazete ve dergilerde eski başkan Clinton’ın fotoğraflarının boyutları git gide küçüldü... Hakkındaki programlar haftada birden, üç ayda bire düştü.
Doğal olarak tabii, üstüne iki dönem başkanlık seçimleri yapıldı değil mi?
Ne uzun ne acı bir boşluk!
Ve teklifi değerlendirerek ülkesine döndü. Hem böylece kızı için harika bir gelecek hazırlayabilecekti. Daha çok para kazanacaktı ne de olsa. Kızının geleceği için tabii. Daha başarılı olacak, daha çok tanınacaktı. Kızı gurur duysun diye tabii.
Tam beş yıl oldu.
Arkadaşıma göre, durumu gayet güzel idare ediyorlar. Her gün web-cam’den görüşüyorlar. Birbirlerine öpücük gönderiyor, dertleşiyorlar baba-kız. Planı da tam istediği gibi gitti. Baba başarılı oldu, kızı da onun parasıyla gül gibi yaşıyor oldu. Keman mı çalmak istedi, çaldı; ata mı binmek istedi bindi. Sık sık babasını ziyarete de gönderdi annesi.
Arkadaşım tercihini kullandı ve baba-kız ilişkileri böyle oldu.
Oysa o hiç kız çocuk olmamıştı ki bilsin “Baba-kız ilişkisi gerçekte nasıl olur”u?
Gerçekte....
Babalar ve kızların ilişkisi o kadar özeldir ki, yan yana, yanak yanağa olmadıktan sonra bu ilişkiye değil dokunmak, teyet geçmek bile imkansızdır.
Yakalayamazsınız.
“Üff, ne de kokardı o ev şimdi...”
Oysa insanın yaşı ilerledikçe, yaşamı zenginleştikçe, evinin de bir nevi çöpleşmesi kaçınılmazmış. Bir nevi çöpleşmek tabii çöp evleşmek değil!
Sandık sandık, kutu kutu geçmiş kokan bir çatı katı. İçinden gelinlik sarkan ceviz bir sandığa, gidilen ülkelerin metro haritalarının saklandığı yaldızlı mukavva kutulara ev sahipliği yapan bir çatı katı.
Fena gözükmüyor bir an için. Ama benim için o kadar imkansız ki.
Atarım ben.
Hiç biriktiren bir insan olmadım. Olamadım. Eski kıyafetler, beğenmediğim ucuz hediyeler, dolaptaki iki günlük yiyecekler... atarım hepsini. Tabii bu listeye anılar da eklidir. Hiç geride köşede kalmış sinema biletlerim, ilk defterlerim, son mektuplarım, özel günlere ait kurutulmuş güllerim olmadı, olmaz. Yaşamışımdır, yeter.