Paylaş
KİMYA dersinde kendiliğinden yanma ve patlama başlıklı bir konu okumuştuk. Patlama adım adım şöyle gerçekleşiyordu:
Çöp, saman ya da bir gübre yığını düşünelim. Yığın oluşurken içindeki maddelerin ısısı çok düşük oluyor. Ama gübreler üst üste yığıldıkça en alttaki ve iç kısımlar üzerindeki baskı artıyor. Bu durum uzunca bir süre devam ettiğinde hem baskının etkisi hem de içteki ısının bir yere kaçamaması nedeniyle gübre yığınının içindeki sıcaklık yükselmeye başlıyor. Isı arttıkça yığın hızla tutuşma noktasına yaklaşıyor. Artık gübre yığınında kimyasal reaksiyonu tamamlamak için tek bir dış etken bile yeterli olacaktır.
Genellikle tutuşturma işini rüzgar yapıyor. Küçücük bir esintiyle yığının içine girebilen havanın içindeki oksijen tutuşma noktasına gelen gübre yığınını ateşliyor. Uzun zamandır birike birike tutuşma noktasına gelen yığının oksijenle buluşması bomba etkisi yapıyor ve alevler ortalığı sarıyor. Gübre yığınları genellikle ahırlarda olduğu için dam, davar, hatta üstteki ev yanıp kül oluyor. Kendiliğinden yanmaya bir türlü akıl erdiremeyen evin sahibi ise, “Kim ateşe verdi benim ahırı?” diye dört dolanıp suçlu arıyor.
Taksim’de başlayıp İzmir, Ankara, Kayseri dahil ilk gün 48 ile yayılan tepkilerle ilgili Başbakan Erdoğan’ın teşhisini dinlerken çok şaşırmadım. Başbakan yüzbinlerce kişiyi üç-beş çapulcu diye kendi üslubuyla küçümserken, kendi tabanına ‘dimdik ayaktayım’ mesajı veriyordu. Twitter ve sosyal medyayı baş belası ilan ederek de meydanları dolduran halkın kandırıldığını tabanına duyuruyordu.
Aslında Türkiye’de kitlelerin bir bölümü son birkaç yıldan beri için için yanmaya başlamıştı. Sürekli gerginlik, kürtajdan, cam kenarında içmeye bile yasak getiren kanunlar, genç çiftlerin edepli davranmaları için metroda yapılan anonslar, kıyak kafalı nesil, iki ayyaşın çıkardığı kanunlar gibi aşağılamalar, yargı bağımsızlığına düşen gölgeler kitleleri zaten yeteri kadar germişti. Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçlar, tutuşma ısısına ulaşan kitlelerin alev alıp ortalığın yangın yerine dönmesi için oksijen oldu. Bütün mesele budur.
Herhalde iktidar partisi ve Başbakan tabana mesaj verme kaygısı taşımadığı bir ortamda sakin kafayla kitlelerin neden kendiliğinden sokağa döküldüğünü iyice düşünür.
Gezi Parkı’nı nasıl gördüler
BAŞBAKAN’ın Twitter ve sosyal medyayı baş belası olarak ilan ettiği gün yayımlanan gazetelerin manşetleri toplumdaki farklı görüşleri yansıtması açısından anlamlıydı. Bakın nasıldı 2 Haziran günü yayımlanan gazete manşetleri:
Posta: Gezi halka emanet. Takvim: Oyun bozuldu. Aydınlık: Taksim’i aldık geliyoruz. Yeni Şafak: Bu ülkeyi kim yönetiyor? Bugün: Halka özür borçları var. Star: Ağacın altından tahrik çıktı. Sabah: Gaz kesildi sis dağıldı. Milliyet: Özgürlük parkı. Sözcü: Halkın zaferi. Güneş: AVM şart değil. Akşam: Yüzde 100 demokrasi. Türkiye: Gezi parkında sağduyu vakti. Hürriyet: 5 günde Taksim. Sol: Halk faşizme dur dedi. Yeni Çağ: Türkiye ayakta. Ortadoğu: Bu neyin taksimi. Cumhuriyet: Halkın zaferi. Radikal: Nihayet sağduyu. Yeni Mesaj: Millet artık yeter dedi. Yurt: Halk kazandı, dikta yenildi. Gündem: Direniş kazandı. Evrensel: Senden büyük halk var. Vakit: Nihayet sağduyu. Zaman: Eylemlerde sükunet, hükümete kaygılara kulak ver çağrısı. Yeni Asya: Dayatma kuşatması.
İyi ki DHA vardı
EYLEMLERE TV kanallarında yeterince yer verilmemesi en fazla tartışılan konulardan biri oldu. Sosyal medyada dolaşan mesajlar ve sürekli canlı yayında olan Halk TV’nin de bu konuyu çok sık gündeme getirmesi tepkilerin artmasında etkili rol oynadı.
Ama Halk TV yayımladığı bütün görüntüleri Doğan Haber Ajansı’ndan alıyordu. DHA muhabirleri en tehlikeli ortamlarda 24 saat nefes almadan çalışıp hem TV’ler için canlı yayın görüntüleri geçiyor hem de haber ve fotoğraflarla gazeteleri, internet sitelerini besliyordu. DHA olmasaydı Halk TV o görüntülerin binde birini bile veremezdi. O nedenle bazı eylemciler yapılan açıklamalardan gaza gelip DHA’nın canlı yayın aracına saldırmaya kalkınca telaşa düştüler ve “DHA’dan yayın alıyoruz saldırmayın” anonslarında bulundular.
Ayrıca ben kendi payıma Hürriyet internet sitesinden hem haberleri hem de canlı web TV yayınlarıyla olayları anında izliyordum. O yayınlar sırasında görevini yapan muhabirleri ve kameramanların öfkeli kitleler karşısında açık hedef haline getirilmesi çok büyük bir yanlıştı.
Paylaş