Paylaş
ŞAHSEN tanışıyor olmaktan gurur duyduğum bir bilim adamıyla, bir dostla birlikteydim geçtiğimiz günlerde. Almanya’nın Nobel’i olarak kabul edilen Leipniz Bilim Ödülü’nün sahibi Prof. Onur Güntürkün’ü, 5 yıl kadar önce ortak aile dostlarımız Ayşen ve Kemal Ertan’la bir araya geldiğimizde tanımıştım. Bu olağanüstü başarılı, ama bir o kadar da mütevazi bilim adamını İzmirliler, EXPO 2020 finallerinde tekerlekli sandalyesiyle sahneye çıkıp “İzmir’e oy verin” çağrısı yaptığı zaman yakından tanımıştı.
İzmir Atatürk Lisesi mezunu Prof. Güntürkün neden Almanya’nın Nobel Ödülü’nü aldığını, Şansölye Merkel’in rahatça bilimsel çalışma yapabilsin diye neden kendisini dünyanın en seçkin 40 bilim adamıyla birlikte sekiz ay özel bir bilim vadisinde ağırladığını, her an Nobel Tıp Ödülü’ne aday gösterilebileceğini ve kazanmasının da sürpriz olmayacağını bu yazıda anlatmayacağım. Merak edenler internetten, özellikle de Can Dündar’ın keyifli yazısından bütün hikayeyi öğrenebilir.
Benim bugün anlatmak istediğim, Güntürkün’le sohbet ederken Almanya’nın neden Avrupa’nın lokomotifi, dünyanın en ileri birkaç ülkesinden biri olmasıyla ilgili yakaladığım önemli bir ipucu. Şu günlerde iç savaşın eşiğinde olduğu konuşulan Türkiye’nin gündeminden uzak gibi görünse de, Güntürkün’ün söyledikleri bence bu hallere düşmemizin en önemli nedeni. Özellikle de 7 Haziran’dan bu yana toplumun akıl tutulması halinde olan bitene seyirci kalmasının nedeni.
Alman üniversitelerinin farkı
Prof. Güntürkün Türkiye’deki üniversitelerin çoğunun bilimsel çalışma yapmayıp sadece eğitim verdiklerini söylüyor. Bilimsel çalışma demek yeni buluşlar, yeni teknolojiler için kafa yormak, araştırıp, geliştirmek demek. Almanya’da sadece iki özel üniversite olduğunu söyleyen Güntürkün “Devlet, özel ve devlet üniversitelerine her yıl çalışmalarının en az yarısını bilimsel araştırmalara ayırmalarını şart koşuyor. Eğer bir üniversitede öğretim üyelerinin bilimsel makalelerinin sayısı hedefin altında kalırsa, üniversite kapanma tehlikesiyle bile karşı karşıya kalabiliyor” diyor.
Düşünün bir kere; üniversitelerdeki yüzlerce bilim adamı her yıl uzmanlık konularıyla ilgili teoriler geliştirip, düşünceler üretip, bunu bilimsel makale olarak yayımlıyor. Bu makaleler tıp üzerine de olabilir, mühendislik, psikoloji ya da tarih üzerine de. Bu makalelerden çıkacak tek bir cümle bile, belki de insanlığa çığır atlatacak bir buluşun ilk tohumu olabiliyor. Elinizden düşürmediğiniz cep telefonları, aklınıza her geleni sorduğunu Google, Yandex gibi arama motorları, Mars’a kadar gidebilen uzay araçları nasıl ortaya çıktı sanıyorsunuz. Ve dikkat, bu buluşları ilk yapan ülkelerin rakiplerinin en az 20 yıl önüne geçmesi işten değil.
Meydanı boş buldular
Sözü uzatmayayım. Prof. Güntürkün, Türkiye’de çok iyi alt yapılara sahip üniversiteler olduğunu, buralardan çok daha fazla bilimsel araştırmalar çıkabileceğini düşünüyor. Ancak Almanya’daki üniversitelerde yoğun bilimsel çalışmalar sonucu çok zor elde edilebilen bazı pozisyonların Türkiye’de çok kolay elde edildiğini, bunun da memurlaşmaya yol açtığını düşünüyor ünlü bilim adamı. Yani ortada bir sistem sorunu var. Zaten etrafımıza baktığımızda “Böyle de profesör mü olurmuş. Adam sanki parti gençlik kolları başkanı” diye düşündüğümüz kişiler de bu sistemin ürettiği sözde bilim adamları değil mi...
Görüldüğü gibi sorun ve nedeni belli. Bilim ve teknolojide geri bir ülke olmanın sonucu yoksulluk, eğitim ve kültür eksikliği, en sonunda da halen yaşadığımız kaos ortamı olarak bize dönüyor. Eğer eğitim düzeyi yüksek, demokrasinin değerini kavramış bir toplum olabilseydik, bugün meydanı boş bulup bize meydan sopası çekenler acaba yaptıklarının yüzde birini yapmaya cesaret edebilirler miydi? Kim bilir, belki de yarın TOBB öncülüğünde sivil toplum kuruluşlarının ‘Teröre Hayır, Kardeşliğe Evet’ sloganıyla Ankara’da meydana çıkması, meydanı boş bulanların biraz olsun gözünü korkutur.
Paylaş