Paylaş
Akşam televizyon izlemeliyim. Sabah işe gelmeliyim. Her gün yaptığım gibi. Perşembe hariç. Bir günlük tembelik hakkım o. Beşinci kata çıkmalıyım. Kelebek katına yani. Yazımı yazmalıyım. Beğendiklerimi, kim ne der diye düşünmeden savunmalı, begenmediklerimi de kim ne der diye eleştirmeliyim. Sayfa için günlük programları seçmeli, yemek yemeli, arkadaşlarla konuşup çay içmeliyim. Yazıma başlamalıyım. İçimden bir kez okumam gerek. Kendimle hesaplaşmalıyım. Acaba eleştirdiklerime gereğinden fazla mı yüklendim? Ya da bazılarını gereğinden fazla mı beğendim. Bir kez daha ama bu kez sesli okumalıyım. Televizyon izlerken, sinir krizi geçirdiğimi unutmamalıyım. Ama o sinir anıyla yazı anını birbirinden ayırmalıyım. Kırdıklarımın, üzdüklerimin, sevindirdiklerimin listesini çıkarmalıyım. Şirket muhasebesi defterine bakarak değil, içimdeki sesi dinleyerek. Sonra yazıyı bitirmeliyim. Sayfayı da günü de.
Ertesi gün, her gün aynı şeyi yapmanın verdiği rutinlikle, güvenle tekrar işe gelmeliyim. Bu arada başka şeyler de yapmalıyım. Sinema, futbol gibi. Hep ekranın karşısında geçmez ya ömür. Mesela kitap da okumalıyım. Mesela yine Bukowski olmalı bu. Kitaplarını okumuş, hemen her erkek gibi ona özenmeliyim. Gamsızlığına, sinikliğine, istediği gibi yaşamasına. Terk etmeyi bildiği ve bu kadar kolay vazgeçtiği için de kıskanmalıyım onu. Alışkanlıklarından nasıl da kurtulduğunu hatırlamalıyım. Yine de yaşadıklarını, benim yaşamamın ne kadar zor olduğunu onun kitabını okuyanlar ve beni tanıyanlar kestirebilir. Hala bir şansım var. Son şiir kitabına adını verdiği ‘‘Suda Yan Ateşte Boğul’’ emrine uymalıyım. Buralardan sessizce gitmeliyim. Bir başka yerde yeniden karşınızda olmak için. Biliyorum zor ama, suda yanmalı, ateşte boğulmalıyım.
Görüşmek üzere.
Paylaş