Son seçimleri tarih kazandı!

2012 ABD Başkanlık seçiminin iki kazananı vardı: Başkan Obama ve Nate Silver. İlkini tanıdığınız için ben ikincisini tanıtayım. Bahis şirketlerine tahminler hesaplayan bu genç istatistikçi siyasetle hiçbir ilgisi yokken kısa zamanda nasıl bir numaralı siyasal analist oldu?

Haberin Devamı

Her şey Silver’in 1997’de gündemin bir numaralı yarışı olan Obama-Clinton mücadelesine kimin kazanacağına dair yaptığı basit bir istatistik modelini (logistic regression!) bir blogda paylaşmasıyla başladı. 2008 önseçim döneminde herkes Obama karşısında önce Hillary Clinton’a sonra da John McCain’e şans verirken Silver yeni verilerle güncellediği blogunda Obama’nın rahatlıkla başkan olacağını yazıyordu. Seçimden sonra bloguyla New York Times’a geçtiğinde herkes şaşırmıştı ama 2012 seçimlerine geldiğimizde koca Times’ın günlük internet ziyaretçilerinin neredeyse beşte biri Silver’in son dakika tahminini okumak için gelenlerden oluşuyordu. Tabii bu süreçte olan, ‘Obama gaf yaptı oyu düşüyor!’, ‘Romney ilk tartışmayı kazandı oyu yükseliyor!’ türü yorumlar yapan siyaset gözlemcilerine oldu zira Silver onların da bir analizini yapmıştı: Televizyona sıkça çıkan yorumcuların doğru olma olasılığı yüzde 50’nin altındaydı. Bunları dinlemek yerine parayı havaya atın sözü nedeniyle medyanın ağır topları üzerine geldiğinde seçim sandığı açılmıştı. Silver 2012 seçimini de neredeyse virgülüne kadar doğru tahmin etmişti. Peki neydi Silver’in sihirli formülü: Geçmiş seçim sonuçları ile yeni saha araştırmalarının harmanlanması! Bu kadar basit!

Silver’i niye mi anlatıyorum? 2014 seçimlerini Türkiye’den izleme fırsatım oldu da ondan. Hem seçimlerden önce hem de seçimlerin ardından yapılan tartışmalara bakınca doğrusu çok şaşırıyorum. Siyasal yorum adı altında veriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan pek çok sözde analiz AK Parti’nin niçin başarılı olduğunu CHP’nin niçin başarısız olduğunu anlatıyor. Daha da komiği sanki bu seçimler tarihimizin ilk seçimiymiş ve kartlar yeniden dağıtılıyormuş gibi davranılıyor. Öyle olunca da şu tür yorumlar gazete sayfalarını ve televizyon programlarını dolduruyor: ‘Seçmenler yolsuzluğu görmezden geldi!’ ‘Erdoğan şu konuşmasında şöyle dediği için seçimi aldı!’ ‘Kılıçdaroğlu şöyle konuşsaydı iktidar olurdu!’ İyi ki birisi çıkıp yazı-tura testini bizim siyaset yorumcularına uygulamıyor.

Oysa davranışbilimin bize öğrettiği temel prensiplerden biri şudur: Bir davranışı tahmin etmenin en kestirme yolu geçmiş davranışa bakmaktır! Eğer geçmiş tercihlere bakmazsanız, yani seçimleri tarihsel bağlamından kopuk olarak analiz ederseniz ister istemez her seçimi sadece o seçim döneminde olup bitenlerle açıklamak zorunda kalırsınız. Yorumlar tarihten bağımsız olunca seçimde birinci olan partinin aldığı oyda mucizevi bir aktör arar seçimi kaybeden partilerde de akıl almaz beceriksizlikler bulursunuz. Ne var ki seçimlere dair aklımızdan çıkartmamamız gereken temel birkaç prensip var. Bunlardan ilki önemli bir kriz ya da lider değişikliği yok ise seçmenler bir önceki seçimlerde verdikleri oyu büyük oranda muhafaza eder. Yani seçim dönemi olup bitenler kriz anları dışında yapılan seçimlerde oy tercihlerini tahmin ettiğimizden çok daha az etkiliyor. Bunun nedeni insani bir zaafiyet. Alışkanlıklardan vazgeçemiyoruz zira –bir kısmı zararlı olsa da – onlar olmadan hayat çok daha karmaşık bir hal alıyor.

Nasıl alışkanlıklarımızdan vazgeçemiyorsak siyasal tercihlerimizden de kolay kolay vazgeçemiyoruz. Bunun siyasete yansıması bir önceki seçimde oy verdiğiniz partiye tekrar oy vermeniz şeklinde tecelli ediyor. Bu şu demek: İktidarda olan bir parti çok ciddi bir kriz ya da lider değişikliği olmadığı zaman oylarının önemli bir kısmını koruyor. İlla bir oran verecek olursak iktidar partileri kriz olmadığı sürece oylarının ezici bir kısmını koruyor. Bu formülle son seçimlere baktığımızda genel trende uyan bir sonuç olduğunu görüyoruz. Ekonomik krizin olmadığı bir dönemde yapılan bu seçimde iktidar partisi 2011’de aldığı oyların yaklaşık % 85’ini korumuş görünüyor. Yani bu noktadan baktığımızda sonuçlarda bir sürpriz olmadığını söyleyebiliriz.

Gelelim parti performanslarını değerlendirmeye. Şu ana kadar benim yorumlarda gördüğüm bu seçimlerde AK Parti’nin başarılı, CHP’nin başarısız algılandığı ve MHP’nin ise yükselişte olduğu. Bu yorumlar da tıpkı yukarıdaki yorumlar gibi eksik ve tarihsel bağlamdan yoksun. Çünkü AK Parti’nin başarısı geçmişteki sağ partilerin başarısından, CHP’nin başarısızlığı da geçmişteki sol partilerin başarısızlığından bağımsız bir durum değil. Yani ülkenin genel bir ‘seçmen pazarı’ var ve partiler bu pazarda oy kapmaya çalışıyor. Bu pazar da ideolojik olarak üçte iki sağ ve üçte bir sol diye ikiye bölünmüş durumda. Türkiye’de çok partili döneme geçildikten sonra yapılan tüm seçimlerde sağ-sol partiler arası oy farkına bakarak bu durumu daha net görebiliriz. Aşağıda Pedersen Endeks’ten esinlenerek Türkiye’de çok partili döneme geçildikten sonra yapılan seçimlerde sağ parti oylarından sol parti oylarını çıkartarak bir puan farkı tablosu oluşturdum.

Haberin Devamı


Tablo 1: Türkiye seçimlerinde sağ oylar-sol oylar arası yüzdelik puan farkı

Son seçimleri tarih kazandı
Kaynak: Selçuk Şirin hesaplaması, TÜİK Milletvekili Seçim Sonuçları ve Mahalli İdareler Seçim Sonuçları veritabanları kırmızı olarak gösterilen sonuçlar yerel seçimlere ait.

Haberin Devamı


Yukarıdaki tablonun altını çizdiği bir realite var: Türkiye ideolojik olarak sağın hegemonyasında bir ülke ve bu temel motif altmış yıldır artarak devam ediyor. Dönemsel olarak baktığımızda 1965’de zirveye çıkan sonra sağ-sol makası sonraki seçimlerde azalarak 1977 seçimlerinde en düşük noktaya geliyor. 12 Eylül sonrası yapılan seçimlerde sağın üstünlüğün, 1989 istisnası hariç, tarihte görülmemiş noktalara çıktığını görüyoruz. AK Parti’nin siyaset sahnesine çıktığı döneme baktığımızda ise 2004 seçimlerinin sağ açısından son 60 yılın en başarılı seçimi olduğunu söyleyebiliriz zira o seçimlerde sağ oylar sol oylardan tam 50 puan daha fazla! O tarihten sonra yapılan seçimlerde ise sağ oylar görece azalarak bugünkü 37 puanlık avantaja dönüşmüş durumda.

Makro düzeyde baktığımızda AK Parti kurulduğu günden itibaren yukarıdaki tabloyu en iyi analiz eden ve bu tablonun gereklerini en doğru şekilde yerine getiren parti olarak dikkat çekiyor. Başta merkez sağ partiler olmak üzere irili ufaklı tüm parti ve liderlerin AK Parti’ye kazandırılması 2014 seçiminin sonuçlarını da büyük oranda açıklıyor. Türkiye’de sağın hegemonyasının neredeyse tamamını kendi hanesine yazmayı başaran her parti doğal olarak her seçimden birinci çıkacaktır. Bu bağlamda belki de sorgulanması gereken nokta MHP’nin bu pazardan aldığı oy oranın niçin son derece sınırlı kaldığıdır.

Peki bu tablo CHP ve sol için ne diyor? Tarihsel veriler Türkiye’de sol partilerinin tahmin edildiğinden çok daha sınırlı bir hareket alanı olduğunu gösteriyor. Türkiye’de solun iktidara ortak olduğu dönemlerde sağın parçalanmış olması bu anlamda bir tesadüf değildir. Solun 1. Parti olarak en başarılı performansı gösterdiği 1977 seçimlerde bile sağ oylar sol oylardan 10 puan daha fazla! Eğer o seçimlerde sağda bugünkü gibi bir konsolidasyon olsa sol o seçimlerde de ikinci parti olma olasılığı var. Böyle bir tablodan CHP ve Kılıçdaroğlu üzerine bir yorum yapacak olursak. Kılıçdaroğlu’nun biri büyükşehir belediye başkan adayı diğerleri genel başkan olarak girdiği son 3 seçimde sağ-sol makası 2007 seçimine göre yaklaşık 10 puan daralmıştır. Bu bağlamda dikkate değer bir diğer analiz Baykal ve Kılıçdaroğlu kıyaslamadır. Baykal döneminde sağın üstünlüğü yaklaşık 20 puan artarak tarihteki doruk noktasına ulaşmıştır. 2004 seçimlerinde sağ rekor kırarak 50 puanlık mutlak bir üstünlük yakalamıştır. Bu tarihsel arka plan dikkate alındığında Kılıçdaroğlu trendi bir başarı sayılmayabilir ancak sağdan sola oy kaymasının bizdeki kadar zor olduğu bir ideolojik iklimde kaydedilen trend dikkate değer bir gelişmedir.

Bu sonuçlar doğal olarak insanı makro süreçlerin seçimleri belirlediği noktasına itiyor. Meramımın bu olmadığını ifade etmek için yukarıda satır arasında ifade ettiğim birkaç noktanın altını çizmek istiyorum. İlk olarak evet geçmiş bugünü belirliyor ama tamamını belirlemiyor. Mikro süreçler dediğimiz kampanya stratejisi, lider sunumu gibi algı yönetimine dayalı faktörler kriz olmadığı zamanlarda bile yaklaşık % 15-20’lik bir etkiye sahip. Bu oranda oyun en son yapılan İstanbul ya da Ankara belediye başkanlığı seçimlerinde sonucu etkileyecek boyutta olduğunu söylemem sanırım önemini anlatmaya yeter. İkinci nokta ise yukarıda ifade edilen marko süreçlerin belirleyici olduğu formulasyonu kriz dönemlerinde yapıla seçimlerde ya da yeni lider ve partilerin devreye girdiği dönemlerde altyüz olabildiği gerçeği. 2002 seçimlerinde pek çok güçlü parti ve liderin tarih sahnesinden silinip yerine yeni bir lider ve partinin gelmesi buna bir örnek. Özetle, tarihe ve makro süreçlere vurgu yapmam meselenin son dönemde hep mikro süreçler üzerinden tartışılıyor olmasından kaynaklanıyor.

Madem Nate Silver ile başladım onunla bitireyim. Silver 2012 seçiminin ardından bestseller bir kitap yazdı ve sonra da New York Times gibi bir gazetenin verdiği yüksek teklifi geri çevirip milyonlarca dolara Disney’in ESPN’ine transfer oldu. Şimdi http://fivethirtyeight.com/ siyasetten spora geniş bir alanda veriye dayalı analiz sunuyor. Silver’in bu kadar kısa zamanda koca bir siyaset yorumcu sınıfını geride bırakıp yeni bir trend yaratması bana umut veriyor.

Yazarın Tüm Yazıları