Paylaş
Hamallığı biz yapıyoruz, kaymağı başkaları yiyor!
Daha evvel yazmıştım, tekrar edeyim. Katma değeri yüksek üretime geçebilmek için yaptığımız her işe ‘akıl ve sanat’ katmamız gerekiyor. Fındık üzerinden, turizm üzerinden anlatmıştım bu denklemi. Malum, dünyada fındık pazarında tekel Türkiye ama fındıktan biz senede 3 milyar ciro yaparken aynı fındığı bizden alıp ‘akıl ve tasarımla’ işleyerek Nutella markasını sofralara taşıyan şirketin yıllık cirosu 10 Milyar doları aşmış durumda. Aynı denklemi zeytinyağımız, çayımız ya da peynirimiz, balımız için de çıkartabiliriz. Ürettiğimiz her şeyi işlemeden satıyoruz, markalamadan pazarlıyoruz. Yani üretmeye üretiyoruz da o üretime akıl ve sanat katmadığımız için katma değer yaratamıyoruz.
Aynı hesabı başka yazılarımda turizm için de yapmıştım. İstanbul hala dünyanın en çok turist çeken ilk 10 şehrinden biri ama gelen turistten para kazanacak müzemiz, galerimiz, sanatçıların elinin değdiği mekan ve ürünlerimiz yok. Yani özetle işin hamallığını biz yapıyoruz, kaymağını başkaları yiyor. Peki ne yapmalı? Bilime ve sanata yatırım yapmaktan başka çaremiz yok. Çünkü ancak bilimsel inovasyonla elimizdeki hammaddeyi daha verimli bir şekilde işleyebilir, ancak sanat ve tasarımla elimizdeki kaynakları dünyaya daha iyi bir şekilde pazarlayabiliriz.
Bilim ve sanat karnemiz kırıklarla dolu...
Tam ben yukarıdaki hesapların derdine düşmüşken bu hafta iki ayrı haber geldi memleketten. İlki görevini kaybeden yüzlerce akademisyen ve onların ayaklar altına alınmış cübbeleri. İkincisi de 2016 FreeMuse’un Tehdit Alındaki Sanat Raporu sonuçları. Maalesef her iki tarafta da, yani bilim ve sanat alanlarında da, bırakın yatırım yapmayı, elimizdeki değerleri hoyratça harcıyoruz.
Ortalama ortaokul terk!
Önce şunun altını çizelim. Türkiye’de ortalama eğitim seviyesi 6.5 yıl, yani ortaokul terk. Böyle bir iklimde bilim yapmak, akademisyen olmak için gerekli olan doktora derecesi sahibi olmak tahmin edersiniz ki bin bir engeli aşarak mümkün oluyor. Nitekim Dr. Emrah Aydınonat’ın en son TÜİK verilerinden yola çıkarak paylaştığı aşağıdaki grafikten de göreceğiniz gibi 25 yaş üstü nüfusta doktora derecesine sahip olanların oranı yalnızca % 0.36. Bir fikir vermesi açısından İsveç ve İsviçre gibi ülkelerde bu oran bizim 10 katımızdan daha fazla ama 1980lerde bizimle aynı yerde olan Güney Kore’de de bu oran bizim 3 katımız seviyesinde. Ülkenin en iyi eğitilmiş kesimini bırakın el üstünde tutmayı, her gün rezil ediyoruz. Bilimi ve o bilimii yapanları bu kadar hırpalayarak sadece o insanlara değil aslında kendimize ve daha önemlisi çocuklarımızın geleceğine büyük bir darbe vuruyoruz.
İran, Türkiye, Mısır, Nijerya, Çin ve Rusya…
Sanat cephesinde de durum farklı değil. Birleşmiş Milletlere kayıtlı bir girişim olan FreeMuse (Özgür İlham) her sene sanatta sansürün boyutlarını ülkeler bazında hesaplıyor. 2016 Raporuna göre geçen sene sanat ve sanatçıya en fazla baskı uygulayan ülkeler şunlar: İran, Türkiye, Mısır, Nijerya, Çin ve Rusya. Yani dünyada sanata ve sanatçıya en fazla baskı uygulayan 2. ülkeyiz. Bu istatistikte elbette başarısız darbe girişiminin ciddi bir rolü var ama 2015 yılında da 4. sıradaydık. Yani sanata ve sanatçıya baskı konusunda da çok parlak bir sicilimiz yok ve bu yeni de değil.
Basit bir denklem
Bilim insanları ve sanatçıların bizde şu sıralar bu kadar göze batmalarının temel nedeni toplumda eleştiriye olan tahammülün giderek yok olması. Ama gelin görün ki bilim ve sanat alanlarında başarı için olmazsa olmazlardan biri eleştirel düşünce. İtiraz etmeden ne bilim ne sanat ne de inovasyon ve ilerleme mümkün. O nedenle bu devirde bilim ve sanata vurulan her darbe sofradan eksilen ekmek demektir. Katma değeri yüksek üretime geçelim nutuklarını her duyduğunuzda bu denklemi hatırlayın. Unutmayın...
Paylaş