Zeki Bey’in her fotoğrafı ‘mutluluktan’ bir karedir

ZEKİ Müren’e bankanın Beyoğlu’daki “kültür işlerine” ayrılan binasının ikinci ve üçüncü katlarını ayırmışlar.

Haberin Devamı

Sanat Güneşimiz’in sergisi orada.
Girişte bir kontrol masası ve dedektör var. İçeriye insan kılığında giren birisinin “insanlık yapma” ihtimaline karşı “caydırıcı” olarak konmuş.
Dedektörden geçip lobiye giriyorsun. Sergiyi ziyaret eden on kişiden beşinin yaptığı gibi, duvara bakan yanı Zeki Müren fotoğraflarıyla süslü merdiveni göstererek “Sergi yukarıda değil mi?” diye soruyorsun.
Kuyruğun en arkasına gelip “Sırasın sonu burası mı?” diye sorup “Hayır, burası kuyruğun başı, hepimiz ters durduğumuzdan öyle görünüyor..” cevabını alan adamın yaptığı gibi.

***

Merdivenlere ayak attığınız anda, uzaktan gelen yumuşacık bir ses, Zeki Müren’in sesi kulağınızı okşuyor: “Koklamaya kıyamam. Benim güzel manolyam.”
Zeki Müren bu şarkısını yedek subaylığını yaparken bestelemişti. Hikâyesini de çiçeği burnunda bir gazeteciyken, o günleri Zeki Müren’in arkadaş grubundan bir abimizden dinlemiştim.

PAŞAM GELEYİM Mİİİİ?

Hikâye Devlet Tiyatroları aktörü merhum Yıldırım Önal’ın en rüzgârlı zamanlarında geçiyor. Önal’ın çalıştığı tiyatro “görevle” taşra turnesine çıkacak.
O zamanın hükümet adamları “hafız kursu” açmakla değil, kültürü halkın ayağına götürmekle ilgilenirlerdi. Devlet Tiyatroları’nın da böyle bir mecburi hizmeti vardı.
Gerçi bu mecburi hizmetlerden yararlanan illerin hiçbirinde bir “kültür patlaması” yaşanmadı ama varsın olsun, bizim hikâyenin bünyeye yan etkisi yok.
Yıldırım Önal yakın arkadaşlarına “Siz de gelin” diyor. Hepsi de teklife atlıyor. Sadece asker olduğu için kafasına göre Ankara’yı terk edemeyecek olan Zeki Müren’in durumu belirsiz.
Lakin geninde “paşalık” var.
Çeviriyor gerçek paşanın telefon numarasını. İzin istemek için, babasını bunaltan ergen kız çocuğu gibi, uzun uzun konuşup durumu anlatıyor ve soruyor: “Paşaaaam! Gideyim miii, gitmeyeyim miii?”
Paşa derhal durumdan vazife çıkarıyor. O sırada en önemli görevinin komutası altındaki askerleri Zeki Müren’in yan etkisinden korumak olduğuna hükmedip “Git evladım” diyor “Git, canın ne zaman isterse o zaman gel.”

***

İşte bir-iki ay sonra sahnelerde rüzgâr gibi esecek olan meşhur “Manolyam” şarkısının güftesi, o yolculukta talim ediliyor. Yayla gibi geniş Cadillac otomobili ile Devlet Tiyatroları’nın turne otobüsünün önünü izleyen Zeki Müren, şarkıyı ilk kez Yıldırım Önal ile arkadaşları Şahap Koptagel ve Orhan Gürdil’e dinletiyor.
Sonuncu isim benim meslekteki ilk magazin müdürümdür.
O merdivenleri, duvarda sıralanmış fotoğraflarına bakarak, zaman tüneli yolculuğundaki hızın tersine “aheste beste” çıktım.

İYİ Kİ ZAMANINI GÖRDÜM

Bir insanın yaşama sevinci bu kadar mı yüksek olur? Bir insan hayatının her saniyesinden bu kadar mı zevk alır?
Zeki Müren fotoğrafları, sürekli “bunalıyorum, daralıyorum” diye sızlananlar için terapi gibi. Tedavi merdivenin başındaki ilk karede başlıyor.
Mayolu sanatçımız, Antalya yöresindeki kim bilir hangi şelalelerden birinin altına bir arkadaşıyla beraber girmiş, objektife neş’esini gönderiyor.
En ünlü reklam filmleri yönetmenini getirin, en iyi oyuncuları bulun. Bir mutluluk sahnesini bundan daha iyi canlandıramazlar.
Sergi Paşamız’ın fotoğraflarından, kıyafetlerinden, mektupları ve evrak-ı metrukesinden oluşmuş. Bodrum’daki Zeki Müren sergisine gidenler, bunları görmüşlerdir.

***

Benim için “ilk kez görüyorum” diyebileceğim tek şey Gönül Yazar’ın çocuk denecek yaşta çektirdiği ve imzalayarak Zeki Müren’e verdiği fotoğrafıydı.
O nasıl bir güzellikmiş?
Marilyn Monroe’nun da aynı yaşlarda çekilmiş fotoğrafları var. Yan yana koyun, Gönül Yazar ağır basar.
Sahneye ayak attığı ilk yıllardan itibaren ona niye “Taş Bebek” dendiğini bu fotoğrafı görünce anladım.
Ez cümle.. Abidin Bey “mutluluğun
resmini” yapamadan gitti ama Zeki
Müren bize mutluluğun fotoğraflarını”
bıraktı, gidip görmeli.

Yazarın Tüm Yazıları