Paylaş
Aha buraya yazıyorum.. Koskoca Osmanlı’dan kalan altı asırlık arşiv birikimini yine bu Osmanlı düşkünleri yok edecek..
Kimler mi?
“Dedem Abdülmecid..” diyen “Seyrek bıyıklı asabi şahsiyeti..” listenin en başına koyun.. Onun her dediğine kafa sallayanları da ardına ekleyin.. Yapılan her yeni işe de “yağma var..” mantığı ile koşuşanları, kariyer sıralamasına göre listeye ekleyin..
İşte “işin kötüsü” başımıza geldiği zaman sorumlu tutulacakların listesi..
***
Şimdi ben kalkıp su baskınları ile ünlü Kâğıthane’nin bilmem ne dere yatağına ev yapacağım, desem.. Nasıl yapacağımı da aklı erenlere sorsam..
Onlar da bana “Buraların su basma seviyesi 5.5 metredir.. Ev yapacak başka yer mi bulamadın?” diye terslenseler..
Ben “laf anlamaz ormancı” olduğumdan bildiğimi okusam.. Benim eve üç kat da bodrum lazım, deyip temeli dokuz metre daha derin kazsam.. Yani yerin 14.5 metre altına insem..
Kendimi sulara sellere hedef yapsam.. Benim gibi kuru inatlılara ne lazım gelir?
El cevap: Altı güçlü kuvvetli adam tutulsun.. Bu inatçı ve laf anlamaz kişiye ibret-i alem için sabah akşam nöbetleşe dayak vurulsun..
BURASI SEL YATAĞI..
Sultanahmet’teki tarihi arşiv binası ya birilerine battı ya da ucunda tatlı kazanç gördüler.. Osmanlı arşivleri için yeni bir bina yapılmasına, arşivin oraya taşınmasına, eski binanın da birilerine üç otuz paraya verilmesine karar verdiler..
Böylece Kağıthane’deki Milli Arşiv Sitesi’nin inşaatı başladı..
Aklı erenler önlerine çıktı.. “Yahu!” dediler..
“Buraları sele müsaittir.. Gün gelir beş buçuk metre sel olur.. Hani başka yere yapsanız..”
Proje sahiplerinde cevap hazır:
“Biz arşivleri su basman seviyesinin altına koyacak kadar şey değiliz..”
Başladılar kazmaya.. “Niyesini..” soranlara da izah ettiler.. “Yer altında üç kat depo yapacağız..” Yapın bakalım, dendi.. Bir şiddetli afet halinde 14.5 metrelik su baskınına ortam hazırlandı..
Sel suyu geldiğinde o suyu tahliye için dokuz kuyu açtıklarına, toprak kaymasın diye 1400 kazık çıktıklarına bakılırsa muhtemel tehlikenin de yüzde yüz farkındaydılar.. Doğa ile inatlaşıyorlardı..
Mimarlar Odası araya girdi.. Abiler bırakın da nem ölçümü filan yapalım, hiç değilse binayı nasıl koruyacağınıza dair fikir üretelim, deyip üsteleyecek oldular.. İstemez, cevabı geldi..
“Bizde akıl çok.. O kadar ki üstümüze başımıza taşıyor..” dendi..
***
Tarihçi ve yazar Murat Bardakçı inşaat sürerken bir yazı yazdı, bu işin nasıl akla aykırı olduğunu anlattı..
Bardakçı’nın demesine göre Selaniki Tarihi’nde yeri varmış.. Vaktiyle bir afat olmuş.. Kâğıthane’den Eyüpsultan’a kadar ne kadar imar alanı varsa sel altında kalmış.. Eyüp Sultan Hazretleri’nin türbesinin dahi bir metre su altında kaldığını Tarihçi Ahmet Selaniki rivayet eder..
Uyaran sadece yazar taifesinden aklı erenler değil..
Devlet Su İşleri de oturmuş bir rapor düzenleyip Başbakanlık dikkatine sunmuş.. Onlar da “Aman haaa! Buraları sel yatağıdır..” demişler.. Ne mi olmuş?
Raporu kimse okumamış.. Ancak “İlerde çocuklara veririz, uçurtma kuyruğu yaparlar..” fikriyle saklanmış..
ALMANLAR GELİP BAKTI..
İçi bir türlü rahat etmeyenler “kötüsü gelirse..” deyip sel ihtimaline karşı ne tedbir alındığını sorduğunda cevaplar yuvarlak:
“Yok, dosyaları üst raflara koyuyoruz.. Yok, rafları yüksek yaptık..”
En güzeli de “Alman mühendisler gelip baktı..” açıklaması..
Geçen hafta İstanbul’da sel baskınları yaşandıydı.. Araştırdık.. Bazı yerler su altında kalmış, onun da altındaki yerlere tavandan su akmış.. Ol sebepten bilgisayarlar başka yerlere taşınmış..
Hikâyeyi anlatırken “mişli geçmiş zaman..” kullanıyoruz.. Çünkü Milli Arşiv Sitesi içinde ne olup bittiği sır gibi saklanıyor..
Birileri gizlice birkaç fotoğraf çekip, internet sitelerine servis etmiş.. Garajın bilmem neyin su altında kaldığı gözüküyor.. Ama kimseye bakma, inceleme, çekim yapma izni vermiyorlar..
Hani “Almanlar gelip bakmıştı?” o saman Alman’a gösterdiğini bizden niye saklıyorsun?
Hizmet almak üzere gidenler de şikâyetçiydi.. Şekilsiz, çirkin bir bina.. Mimar Sinan yapmış süsü vermeye niyetlenip tepesine kubbe ekleştirmişler.. Olmuş sana çarşı hamamı..
Giriş karanlık.. Çünkü mimarı 168 elektrik lambası ile aydınlatmayı plânlamış.. Elektrik masrafı yüzünden her dört lambadan üçü karartılınca, ortalık Londra Pavyonu’nun girişi gibi loş olmuş.. Bir hoş olmuş..
Binanın içinde “nem ölçme aleti” yok, dolayısı ile kontrol de yok.. Yüzbinlerce belgenin bu kafayla gidildiğinde beş altı, bilemedin on yıl içinde çürüyeceği muhakkak..
***
Osmanlı Arşivleri’nin eski binası mimar Fosatti kardeşlerin işiydi.. Abdülmecid tarafından getirilen Fosatti kardeşlerin İstanbul’da imza attıkları pek çok eser var..
Oraya çalışmaya giden herkes mutluydu.. O zaman da bazı eksikler vardı ama hiç değilse merkezi bir yerdeydi..
Şimdiki bina garabet.. Çalışanları da bir tuhaf.. Bir belgenin yüksek çözünürlüklü fotoğraf çıktısını istiyorsun.. Getirip verdikten sonra o çıktıyı dijital çöpe atıyorlar.. Atmayıp tasnif etseler, pek çok belge dijitalize edilmiş olacak..
Yer uzak, şartlar kötü.. Hepsinde öte yeni bina sevimsiz.. Internet bağlantısını hiç arama.
Kantinini sorarsan doğru dürüst yiyecek bir şey yok. Saatlerce çalışanlar açlıktan telef olur.. Dışarı çıkıp karnımı doyurup geleyim, desen etrafta in cin top oynuyor, yolun karşısı dere. Kalem kâğıt alacak yer,
Allahtan çalışanlardan işini sevenler var da yardım ediyorlar.
Peki, eski bina ne mi oldu? Birilerine sudan ucuza, üç otuz paraya “gayet yasal şekilde” satıldı.. Eski güzelim arşiv binası şimdi turistik otel.. Adı da Hagia Sofia..
Paylaş