Paylaş
Yani içeriden bakınca da dışarıdan bakınca da aynı şey görülüyor, ikisi de aynı şeyi söylüyor.
Türkiye; etnik, dini, coğrafi olarak değilse bile “kültürel anlamda” ikiye bölünmüş durumda. Hem de yüzde elliye elli.
Birinci yüzde ellinin “hayattan ne anladığı” ile ikinci yüzde ellinin ne anladığı çok farklı.
* * *
Birinci yüzde elliye girenlerden biri süslenmiş püslenmiş, artistik kıvamda bulduğu fotoğraflarından birini seçip “Instagram”ına koymuş.
Altına da “Bu tarz benim” yazmış.
Bir diğer hanım kızımız da süslenip püslenmiş. O da artistik kıvamda bulduğu fotoğraflarından birini seçip kendi “Instagram”ına koymuş.
Altına da “Bu farz benim” yazmış.
Tahmin edeceğiniz gibi, birincisinin başı açık, ikincisinin kapalı. “Tarzların ve farzların” buluştuğu yer ise Instagram.
ÖZEL BİR ERKEK
“Sevgililer Günü” etkinliği ise artık tarafların, sosyal medya üzerinden hesaplaştıkları konulardan biri oldu.
Dün, adına “Sevgililer Günü” dediğimiz mahalle baskısına gülüp geçiyorduk. Bugün ise kapışmayı kaygı ile izliyoruz. Bizi güldüren şeyler var olmasına yine var ama alttan alta fokurdayan bir gerginlik de var.
“Hayırlara tebdil” deyip günün anlam ve önemine döneyim.
Kadın-erkek ilişkisine dair onlarca yazı yazmışımdır. Onlarca yaşanmış olayı kayıtlara geçirdim. Hâlâ aklıma geldikçe güldüğüm biri var ki biriktirdiklerim içinde birinci gelir.
Arabamın radyosundan dinlemiştim. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ydü ve adam radyo programından boşandığı karısı ile annesi için bir türkü istiyordu.
Programı sunan kız duygulandı:
“Ne güzel” diye başladı lafına.
“Boşandığınız halde eşiniz için türkü istiyorsunuz, onu güzelliklerle hatırlamaya çalışıyorsunuz. Keşke bütün erkekler sizin gibi olsa.”
Adamdan ses yok. Sadece sunucu konuşuyor. Onun bu örnek davranışına güzellemeler yapıyor. Lafı da övgüyü de yeterince uzattıktan sonra adama, “Eşiniz ve annesi için hangi türküyü istiyorsunuz?” diye sordu.
Adamın sesi buz gibi ama kararlıydı:
“Elalarını, elalarını. Allah versin belalarını!”
BENİM İÇİN ÖLDÜN
Son zamanlardaki durum komedilerinin en güzel örneklerinden biri Trakya’da yaşandı.
Bölgenin büyük ilçelerinden birinde (ismi bende saklı) geçen olay bir ayrılma hikâyesiydi.
Üç yıldır birlikte olan çift, son kez olarak ilçenin gözde pastanelerinden birinde buluşurlar. Genç kız, aralarındaki ilişkiyi bitirmeye karar vermişti. Onu söylemeye hazırlandığı için gergindi.
Erkeğin böyle bir sezgisi olmadığından, kafası “Kazandibi mi yesem, künefe mi?” sorusuyla meşguldü ve rahattı.
Genç kız “Sorun sende değil bende” manevraları ile lafı ayrılık noktasına getirip diyeceğini pat diye deyiverdi.
“Ayrılmak istiyorum.”
Böyle bir şey beklemeyen erkeğin ağzı açık kalmıştı. Genç kızın suratına sessizce baktıktan sonra ani bir hareketle kalktı ve “Benim için artık bir ölüsün!” deyip masayı terk etti.
Sorunu, kavgasız gürültüsüz hallettiği için rahatlayan genç kız evine dönerken, ertesi gün başına geleceklerden habersizdi. Son sözü, ertesi gün kızın oturduğu mahallenin camisinin müezzini söyleyecekti.
* * *
Namazdan önce sala verildiğini duyan mahalleli “Kim ölmüş” diye kulak kesildi. Müezzin, salayı bitirdikten sonra sevgilisi tarafından “ölü ilan edilen” genç kızın adını söyledi.
“Benim için artık bir ölüsün!” lafı, okunan sala ile resmiyet kazanmıştı. Manevi ölümü minareden ilan edilen genç kızın da ağzı açık kalmıştı.
Eğer Tarsus’taki canavarlık gündeme düşüp içimizi yakmasa, bugün “Sevgililer Günü” şakalarına bolca gülecektik.
Kültürel bölünmüşlüğümüz sayesinde acı ile komedi iç içe geçti, şaka ile trajedi birbirine karıştı.
Birileri gülerken diğerleri ağlıyor ya da tersi yaşanıyor.
Dün de böyle bir gündü işte!
Paylaş