Şeytani slogan kimin icadıydı?

7 Haziran seçimlerinin kırkı çıktı, elimize de fazladan iki gün kaldı. Ortada bir hükümet yok. Görülen o ki biz “Cumhuriyet kullarının” yeni bir hükümet için hiç acelesi yok.

Haberin Devamı

8 Haziran’dan itibaren üç-beş günlük bir “suskunluk” yaşadık. Bu suskunluk ahalimize yıllardır yaşayamadığı huzuru adeta geri verdi.
Kimse konuşmuyordu. Kimse yüksek perdeden atıp tutmuyordu. Ne geren vardı ne gerilen. Bağırıp çağrıldıkça zapt edilmez olan Amerikan Doları bile, uluslararası piyasaya hiç çıkmayan Osmanlı akçesi gibi sessiz ve sakindi.
Üç lira olur, üç yirmi olur diyen dolar düşe düşe iki atmışa kadar geriledi.
* * *
Seçimden sonraki günlerde tek atarlanma oldu, o da Ampul Partisi’nin Pendik Belediyesi’ndeyken yeteneklerini keşfedip, devlet adamlığına terfi ettirdiği Yalçın Bey’den geldi.
“Çözüm sürecinin artık filmini çekerler” deyip Ağaçlı Parti’nin yaramaz çocuğu, taze siyasetçi, eski sinemacı Sırrı Süreyya Önder’e yükseldi.
Ben Yalçın Bey’i yakından izleyen ve kafasının parlaklığını beğenen biri olarak bu atarlanma haline pek şaşmıştım.
(Yazarın notu: Kafa parlaklığı deyiminden kastım, düşünce biçimidir. Kesinlikle, spot ışıkları altında parlayan bir kafa kastedilmemiştir.)

Haberin Devamı


O LAFI HER KİM İCAT ETTİYSE


O günlerde Ak Saraylı Büyük Usta’dan çıt çıkmıyordu. Ampul Partisi darbeyi kafadan almıştı. 7 Haziran sonuçlarının yarattığı travma, siyasetimizde “huzurlu bir sessizlik” yaratmıştı.
Sessizlik iyi olmasına iyiydi de bu kadar uzaması hafiften kaygı yarattı. Sesini her yerde duymaya alıştığımız Ak Saraylı Büyük Usta derin bir sessizliğe gömülmüştü. Biz seçimden üç hafta sonra yavaş yavaş açılacağını, yine eskisi gibi ona buna yükseleceğini kestiremediğimizden kaygılıydık.
Eğer seçim sonrası yaşananlar bir Yeşilçam filminde yaşansaydı, doktor olarak merhum Nubar Terziyan hasta evi niyetine Ampul Partisi’nin genel merkezine getirilirdi.
O da bu sessizlik için “Tıbben yapacak bir şey yok. Ancak yeni bir şok yaşarsa sesi açılıp eski haline dönebilir” derdi. Muhtemel bir Nubar Terziyan teşhisi haklı çıktı.
Deniz Baykal ile yapılan bir görüşmeden sonra sessizlik perdesi yırtıldı. O baş başa görüşme iki buçuk saat sürmüştü ve bunun bir saat yirmi dakikasını “Ağaçlı Partinin seçim öncesi halleri” teşkil etmişti.
Hele o sinemacı yok muydu? Seçim kampanyası boyunca yaptıklarıyla, dedikleriyle hükümet adamlarını film çekmekten beter etmişti.
“Kınama yavrum beni kınama / El içinde ettin beni sinema” lafı sanki Ampul Partisi’nin adayları için söylenmişti.

Haberin Devamı


SENİ BAŞKAN YAPMAYACAĞIZ


7 Haziran öncesinde yaşananların kırılma noktası “Seni başkan yapmayacağız” lafının çıkarıldığı, milletin ağzına düşürüldüğü gündü.
Gerçi o laf, Türk sinemasının unutulmaz boynu büküklerinden Suphi Kaner karakterini siyasette yaşatmaya başlayan Selahattin Demirtaş’ın ağzından çıkmıştı ama derin devletin istihbaratına göre işin aslı başkaydı.
O lafı Selahattin Başkan’ın ağzına veren sinemacıydı. O yüzden de bütün resmi görüşmelere konu olup, laf yemeyi hak ediyordu.
Son seçimde Ampul Partisi’nin oyları yüzde kırklara kadar düşmüştü düşmesine de bunun birinciye gelen sebebi, o şeytani sloganı bulup vatandaşın ağzına veren “sinemacı” şahıstı.
Partinin büyükleri ondan söz ederlerken adını açık seçik dillendirip, şöhretine yeni eklemeler yapmıyorlardı. Adının geçirilmesi icap ettiği durumlarda başka bir yöntem uyguluyorlardı.
Onu şöhret eden “Beynelmilel” filmi vardı. Ondan sonra bir film daha çekmişti. İşte o ikinci filmin adının birinci tekil hali “sinemacının” yeni sıfatı olmuştu. Ampul Partisi’nin kulislerinde adı böyle kodlanıyordu.
* * *
Ak Saraylı Büyük Usta’nın yeniden sağa sola yükselip, atarlandığını görmek en başta şahsımı memnun etti.
Sinir bozucu varlığı ile Ak Saraylı Büyük Usta üzerinde beklenen şoklanmayı yapıp, psikolojisini eski günlere döndüren “sinemacı” ise bu normalleşmenin bir numaralı mimarıdır.

Yazarın Tüm Yazıları