Paylaş
Yürüyen, konuşan, gülen, bağıran ve yazan bir heykeldi.
Hangi topluluğun içine girerse girsin orada bir anıt gibi durmasını bilirdi.
Onun olduğu toplulukta bulunma şansını yakalayan insanlar da Yaşar Kemal’i benzersiz bir heykele bakar gibi seyrederlerdi.
Kitaplarının tamamını okudum. Hatta aynı kitabı birkaç kez okuduğum da oldu. Her okuyuşumda bir öncekinden daha çok şaşırdım.
* * *
Yüzbaşı Carolli’nin Mandolini
romanı ile dünya çapında üne kavuşan
Louis de Bernières bir yaz Zülfü Livaneli’ye misafir olmuştu. Yazlık komşusuyuz ya! Tanıştık, aynı sofraları paylaştık. Bu kez bir mübadele romanı üzerine çalışıyordu.
Mersin çevresindeki bir köyde, yüzyıllardır Türklerle birlikte yaşayan Rum ahalinin zorunlu göçü ve bunun etrafında yaşananları anlatacaktı romanında. Merakla bekledik ve bir yıl sonra Kanatsız Kuşlar romanı dünya raflarına çıkmıştı. Türkçesi de elimize geçmişti.
O BİR DERYAYDI, LOUİS İSE İÇDENİZ
Üç-dört günde bitirdim kitabı. Beğenmiştim. Tesadüf bu ya! Aynı yaz, okuyacak bir şey aranırken Yaşar Abi’nin Ada Dörtlemesi gözüme ilişti. Bu serinin dördüncüsünü yani Tanyeri Horozları’nı yine Zülfü’de misafirken tamamlamıştı.
Louis de Bernières‘in Kanatsız Kuşlar’ından sonra Yaşar Abi’nin ada hikâyelerine yeniden sarıldım. Fırat Nehri Kan Akıyor Baksana.. Karıncanın Su İçtiği.. Tanyeri Horozları.. Ve Çıplak Deniz Çıplak Ada.
İki haftada o kitapların altından girip üstünden çıktıktan sonra gerçek kafama dank etti.
Yaşar Kemal bir okyanus ise romanları milyon satanlar dahi yanında birer içdenizdi.
* * *
Sadece romancı değil, gazeteciydi ve bir röportaj dehasıydı.
Röportajlarını topladığı Bu Diyar Baştan Başa’nın birinci cildinde anlattığı bir kaçakçılık hikâyesi vardır ki sineması yapılsa, kaleminin yerini tutmaz.
Yaşar Kemal bir gazete röportajı uğruna kendine kaçakçı süsü verip, bu işi yapanlarla Suriye sınırını geçer.. Askerin kaçakçılar için kurduğu pusunun ortasında kalır.. Ve yaşadığı o cehennem dakikalarını kendi kaleminden anlatır:
“Duadan sonra bindik atlara. Atlar kuş.
Gecenin karanlığı. Atlar uçuyor. O yük altında nasıl gidiyorlar?
Tam kulağımın dibinden bir kurşun geçti, sonra gökyüzü alev, ateş kesildi. Kurşun kum gibi kaynıyor. Bir baktım yanıma, yönüme. Arkadaşlardan kimse kalmamış. Ben de çevirdim makineli tabancayı.
At şahlanır, kurşun su gibi akar. Gökyüzü kızıl ateştir. Bir sağa bir sola. Yarılmaz bir çember bu kurşun seli. Arkadaşlar nerede?
Ha şimdi vuruldum ha vurulacağım. At bir tökezledi, hemen kalktı. Ben de kestim kurşunu. Bir yer var, açık bir yer. Arkamı sarmamışlar. Bir tarattım. Sonra doldurdum atı. Huduta.”
Bu nasıl bir söz ustalığıdır ağam?
Sorum basit. İspanya içsavaşı görmüş Ernest Hemingway dahil hangi uluslararası yazar, böyle bir şey yaşamıştır? Yazarak bize de yaşatmıştır? Adını söyleyin ben de Yaşar Ağabey ile kıyaslayayım.
SIRLARI TOROSLAR’DA GİZLİYDİ
Yaşar Kemal’in söz ustalığının sırrı, Toroslar’da halk ozanlarının izini sürdüğü, oba oba, köy köy, mezra mezra dolaştığı yıllarda aranmalı.
Çukurova dediğin zaten ceketinin cebi, o cönklerden çıkan bir de kitabı var ki sözlü anlatımın belki son kalesi..
“Sarı Defterdekiler..”
O kitap elinize geçerse, kalemsiz ozanların ciğerinden çıkıp Sarı Defter’e giren o lafları gönlünüzde tartın. Ölümsüz sevgiyi anlatan “Ak göğsün üzerinde çakırdikeni / Bitmeyince gönül yardan ayrılmaz” mısralarındaki lirizmi kolayca bulamazsınız.
Sarı Defter’in yüklendiği bu lirizmi Yaşar Kemal yıllarca belleğinde yük gibi taşıdı, aklında yıllarca hamur gibi yoğurdu..
Çerçeveli masal, dudak değmez mani, gülbank, hoyrat..
Modern edebiyat dediğin, çoğunun mânâsını bile bilmez. Böyle bir hazinenin üzerine bir de Yaşar Kemal’in hüda-i nabit yeteneğini koyun. Bilmeceyi çözersiniz..
* * *
Yazarlığı da dev gibiydi, insanlığı da.
Biri bana “Yazar Yaşar Kemal mi daha büyüktü, insan Yaşar Kemal mi?” diye sorsa “Ayıramam ağalar” derim.
“İki Yaşar Kemal’i de bir koyun
tek mezara!”
Paylaş