Mutsuzluk ülkesinde yok olan sadece seyirci mi?

Türkiye’nin manzarasına gözünü yumup da sadece tribünlerin tenhalığına bakarak “Bu seyirci nereye gitti?” diye soranların safiyeti beni sıkmaya, Passolig gibi bunaltmaya başladı gayri. Seyirci evinde, ekran başından bize saydırıyor.

Haberin Devamı

Beşiktaş-G.Saray arasındaki oyunun “dev maç” tarifine girmesi beni hiç ilgilendirmiyor.
Ben gözümün gördüğüne bakıyorum.
“Dev maç” diye tarif edilen oyun esnasında naklen yayın kamerası sık sık karşı tribünü geniş açıyla alıyor. İki katlı tribünün üst katında insan var. Alt katı ise neredeyse bom boş kalmış.
Kale arkaları ise herhangi bir “sosyal sorumluluk projesi” kapsamında meydana getirilmiş “hatıra ormanı” seyrekliğinde. Yahut o tribünlerin seyrekliği “futbolun canına okuyan federasyon başkanımızın kendine saç ektirmiş hali” gibi duruyor.

***

Son yıllarda en fazla gittiğim stadyum, Fenerbahçe’ninkiydi.
Harika locaların “beleşçi misafiri” olarak o tribünlerin bir maçta bile seyrek kaldığını hatırlamıyorum. Cumartesi günü Başakşehir’i ağırlayan Şükrü Saracoğlu da “ıssız adam” modundaydı.
Dünyanın en pahalı altıncı ligi olarak övünen Süper üstü süper ligimiz, koca yarı sezonu Konya’nın ortalama on beş bin seyircisi ile övündü.
Eskişehir’in sekiz on binlik seyircisini de yanına koy. Uyduruk kaydırık bir futbol vitrini çıkarırsın.

SEYİRCİ ARTIK EVİNDE

Manzara-i umumiye böyleyken her hafta sonu Maraton programlarında Şansal Büyüka ile Mustafa Denizli’nin aralarında “bu seyirci nereye gitti” diye tartışmalarını izliyorum.
Her seferinde, ilk sorudaki merakı, takındıkları surat ifadelerinden teşhis edince şaşırıyorum. Bakıyorum, yönetim marifetiyle başımıza sarılan “Passolig’i tartışmaya” hiç niyetleri yok.
O dokunulması sakıncalı bir tabu çünkü. İşin ucu teee “Uzun boylu sevgi adamının” Türkiye insanına yaşattığı “ustalık dönemine” kadar gider.
İki hafta evvel Fenerbahçe evinde Kupa’daki rakibi Altınordu’yu ağırlıyordu.
İzmir’de doğup büyümüş olan yeğenim Beran ile arkadaşları o maça daha iki hafta kala yazışmaya başladılar. Birbirlerine “Maça gidiyoruz di mi?” mesajları attılar. Maç günü gelip çattı.
Yaklaşık yirmi kişilik genç taraftar grubundan hiçbiri Saracoğlu’na giremedi. Sebep? Bu Passolig dalgasını başımıza saranların başını Passolig yesin, malûm uygulama. Tribünler boş. “Passolig kartı yok” diye bilet satılmıyor.
Kimisi başkasının kartını getirmiş.
Yüksek zekâya işaret eden uygulama o karta da bilet verdirmiyor. Sonuç? Çocuklar televizyonu olan bir birahaneye sığınıp, maçı ekrandan izlemeye çalıştılar.

***

Passolig’in yayılmasındaki amaç tribün anarşisine son vermek ise uygulamanın içine biraz da zekâ katmak lazım. Federasyonda mevcut olmadığından başkasından emaneten de alınabilir.
Maksat bireyi takip etmek mi? Birey de izlenmeye razı mı?
Bırak kartıyla başkasına bilet alabilsin. O koltuğun bulunduğu yerde olay çıkarsa Passolig kartı sahibine “Sen kime bilet aldın?” diye sorabilirsin.

MUTSUZ İNSANLAR

Daha önce Passolig hakkında eleştirel mahiyette bir yazı yazmıştım. O günden beri firmanın PR’cıları peşimde.
“Buluşalım da size Passolig’i anlatalım”
Ben gerzeğim ya! Onlar anlatacak, ben kendi başıma anlayamadığım uygulamanın faziletlerini sayelerinde anlayıp, ikna olacağım. De get kardeşim.
Herkesi şaşırtan şey ise “terkedilmiş tribünlerin” başında Saracoğlu tribünlerinin bulunması. Mustafa Denizli başta olmak üzere her akil adam en çok buna şaşırıyor.
“Fener seyircisi takımını nasıl terk eder” diye birbirlerine soruyorlar.
Futbol denen etkinlik, temsil ettiği kalabalıklarla birlikte “sosyoloji ilminin” birinciye gelen konularındandır. Sosyolojinin kodlarına bakmadan futbolun seyircisini de anlayamazsın.
Kuru lafla açıklanmayan şeyler vardır. Seyircinin tribünleri terk etmesi de bunlardan biridir.
Yayıncı kuruluş başta olmak üzere televizyonların meraklısını kusturacak kadar fazla maç yayını yapması bir sebeptir. “Over doz” naklen yayın ve buna bağlı olarak yüzlere tekrara yer veren programlardan söz ediyorum.
Pahalılık, ulaşım, hava şartları birer sebeptir.
Ancak hiçbiri insanımızın içinde bulunduğu ruh halinin önüne “sebep olarak” geçemez.
Buyurun, cevabı sosyoloji biliminden dinleyin.

***

BAREM araştırmasına göre Türkiye “Dünya mutluluk sıralamasında” sondan onuncu ülke çıkmış.
Hem de dünyanın genel mutluluğu artarken. “Mutlu musunuz?” sorusuna “Evet mutluyum” cevabı verenlerin oranı yüzde 60’tan yüzde 70’e yükselirken bizim ahalinin aşağılara doğru gitmesi enteresan.
Fiji listenin en mutlu ülkesi olarak gözüküyor. En mutsuzu ise Irak’ta yaşayanlar. Biz de Irak’ın dokuz sıra üzerindeyiz. Nijerya ve Suudi Arabistan’ın altındayız.
Ülkenin yüzde ellisi, diğer yüzde elliyi sevmiyor. Milli marş bile ıslıklanıyor. Mutsuzluk katsayısı tavan yapmışken, insanlar niye maça gidip, kendine fazladan eziyet etsin?

Yazarın Tüm Yazıları